Monthly Archives: Nisan 2010

Migren Meme Kanserinden Korur mu?

Günaydın, bu sabah sizlerle bugün Journal of Clinical Oncology dergisinde yayınlanan bir gözlemesel çalışmayı aktaracağım. Bu çalışma, kadın sağlığı üzerine yapılmış en büyük iki çalışmadan biri olan Kadın Sağlığı Girişimi Gözlemsel Çalışmasının (Women’s Health Initiative) bir yan ürünüdür ve migrenle menapoz sonrası meme kanseri riski arasındaki ilişki araştırılmıştır.

Migren hikayesi olan menapoz sonrası kadınlarda meme kanseri riski, migreni olmayanlara göre %26-33 az olduğu bildirilmiştir. Migren hikayesi ile meme kanseri arasındaki ilişki, her iki hastalığın da üreme hormonlarından etkilenmesi olabilir.

Bu çalışmaya yaşları 50-79 arasında olan 91,116 kadın katılmıştır. Migren hikayesi olan kadınlarda meme kanseri riski düşük bulunmuştur. Bu düşük risk östrojen/progesterone pozitif tümörlerde daha belirginken, negatiflerde herhangi azalma gözlenmemiştir.

* Christopher I. Li, Robert W. Mathes, Elizabeth C. Bluhm, Bette Caan, Mary F. Cavanagh, Rowan T. Chlebowski, Yvonne Michael, Mary Jo O’Sullivan, Marcia L. Stefanick, and Ross Prentice . “Migraine History and Breast Cancer Risk Among Postmenopausal Women”
JCO Feb 2010: 1005–1010.

Migren Meme Kanserinden Korur mu? için yorumlar kapalı

Filed under Kanser

Meme Kanserini Yenenlerde Egzersiz ve Çay Tüketiminin Depresyonla İlişkisi

Meme kanserinin hem erken tanınması, hem de tedavisindeki yeniliklerin (hedeflenmiş tedaviler vb.)sonucunda meme kanserini yenenlerin sayısı tüm dünyada hızla artmaktadır. Ancak, bu tanı konulduktan ve sonrasında tedavisi bittikten sonra, bireylerde hastalık olmamasına rağmen kanser isminin çağrıştırdığı ürkütücü durum nedeniyle ciddi psikolojik stres oluşmaktadır. Bu stresin sonucu olarak depresyon prevalansı %55’e yakındır. Demoklesin kılıcı, bu insanların başı üzerinde irkitici şekilde sallanmaktadır.

Genel populasyonda fiziksel aktivite gibi yaşam tarzı değişiklikleri depresyon gelişimini azalttığı bildirilmiştir. Bu çalışmada meme kanserini yenenlerde, ilk tanıdan sonraki 18. ayda
Yaşam şekli faktörleri ve tamamlayıcı /alternatif tıp kullanımı ile depresyon ilişkisi araştırılmıştır.

Kadınların %26’sında depresif semptomlar gözlenmiş ve %13’ünde klinik depresyon kriterleri tamamlanmıştır. Egzersiz yapanlarda, yapmayanlara göre daha az oranda depresyon bulunmuştur. Düzenli olarak çay tüketimi (ayda 100g kuru çaydan fazla) yine aynı şekilde daha az oranda depresyonla sonuçlanmaktadır. Tamamlayıcı/alternatif tıp uygulamaları ise depresyon üzerine hiç bir etkisinin olmadığı gözlenmiştir.

*Xiaoli Chen, Wei Lu, Ying Zheng, Kai Gu, Zhi Chen, Wei Zheng, and Xiao Ou Shu. “Exercise, Tea Consumption, and Depression Among Breast Cancer Survivors” . JCO Feb 2010: 991–998.

Meme Kanserini Yenenlerde Egzersiz ve Çay Tüketiminin Depresyonla İlişkisi için yorumlar kapalı

Filed under Kanser

Sibutramin’in Avrupa’dan Çekilmesi

Sibutramin, beyinde serotonin ve nor-adrenalin üzerinden etki ederek iştahı baskılamaktadır. Noradrenerjik uyarı iştahı düzenlemekle birlikte, kalp damar sistemi üzerine sempatetik aktiviteyi arttırmaktadır. Bu aktivitenin net sonucu “savaş veya kaç”tır; kan basıncı ve nabız hafifçe artar. Ama bu artış bazı hastalarda tahmin edilememektedir, tansiyonda 20mmHg’nin nabızda da 20 vuru/dk üzerinde artış olmaktadır.

SCOUT (Sibutramine Cardiovascular Outcome Trial) çalışmasının ara değerlendirilmesinde, bu ilacı kullananlarda kalp damar sistemi hastalığına bağlı artmış risk bulunmuştur. Bu çalışmaya 55 yaşın üzerinde, kalp damar hastalığı açısından yüksek riskte ve obez hastalar alınmış ve 5 yıl boyunca sibutramin kullanılması (normalin 5 katı uzunlukta) planlanmıştır. Sonuçta, %10 olması planlanan kalp damar sistemi komplikasyonları, sibutramin kullanlarda %11.4 olarak bulunması üzerine European Medicines Agency (EMA) güvenlik kusurları nedeniyle ilacın geri çekilmesini istemiştir.

Hal böyleyken, obezite tedavisinin yenilmez unsurları olan “diyet+egzersiz” bir ilacı daha yıkmış olmaktadır.

*Gareth Williams. “Withdrawal of sibutramine in Europe “. BMJ 2010;340:c824

Sibutramin’in Avrupa’dan Çekilmesi için yorumlar kapalı

Filed under Genel

Panik Atağın Şifresi

Panik atağın nedeni son zamanlara kadar bilinmemekteydi. Bu ataklar, hem hastanın kendisini, hem de yakınlarını dehşete düşürmektedir. Panik huzursuzluğun patofizyolojisinde, hiperaktif bir boğulma cevabı ve heyecanın bastırılmasındaki bozukluk yatmaktadır. Beyindeki bu sistemler, gamma aminobutirik asid (GABA) nörotransmitterini kullanmaktadır.

Bu çalışmada araştırmacılar, beyinde uyarılma, uyanıklık, tetikte olma ve sempatetik sinir sisteminin düzenleyen bölgesinden salgılanan orexin (hipokretin) isimli maddeyi incelemişlerdir.

Sonuç olarak bu bölge (dorsomedial-perifornikal ve lateral hipotalamus), farelerde “savaş veya kaç” cevabını vermekte, insanda ise panik benzeri yanıt yaratmaktadır. İntihar eğilimi olan 53 hastanın (BOS) incelenmesinde, orexin seviyeleri panik huzursuzluğu olanlarda daha yüksek bulunmuştur.

*Philip L Johnson, William Truitt, Stephanie D Fitz, Pamela E Minick, Amy Dietrich, Sonal Sanghani, Lil Träskman-Bendz, Andrew W Goddard, Lena Brundin & Anantha Shekhar. “A key role for orexin in panic anxiety”. Nat Med 2010 Jan 16:111

Panik Atağın Şifresi için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh

Plastik Şişeler ve Bisphenol A (BPA)

Bisphenol A (BPA) 1960’dan beri sert plastik şişe ve metal bazlı yiyecek-içecek kutularında kullanılan endüstriyel kimyasaldır.

Yapılan standartize toksikoloji çalışmaları, insanların düşük dozda BPA’ya maruz kalmalarının sakıncalı olmadığını desteklemektedir. Ancak, yakın zamanda yapılan çalışmalar, belirgin olmayan etkilerin değerlendirlmesini sağlayacak yeni yaklaşımları kullanmışlardır. ABD’de hem Ulusal Sağlık Enstitüsündeki Ulusal Toksikoloji Programı, hem de FDA, BPA’nın fetüs, bebekler ve yaşı küçük çocukların beyin, davranış ve prostat bezlerinde potansiyel etkileri konusunda kaygılarının olduğunu belirtmiştir.

Yapılan ara değerlendirmede:

FDA, insanların yemek kaynaklarından BPA’ya maruz kalmalarını azaltmak için mantıklı adımlar atmaktadır. Bu adımlar:

Endüstrinin BPA içeren bebek şişelerini ve çocuk beslenme tabaklarının üretiminin durdurulmasını desteklemek

BPA’ya alternatif yaratılmasını kolaylaştırmak

FDA, BPA’nın yönetilmesi için güçlü bir düzenleyici taslağı desteklemektedir

FDA, ailellerin çocuk formüllerini veya yiyeceklerini değiştirmelerini önermemektedir, çünkü kararlı iyi beslenme, BPA’nın potansiyel riskinin üzerinde yarar sağlamaktadır.

BPA içeren Plastik Kaplar

Plastik kaplarda geri dönüşüm kodları mevuttur. Genel olarak 1, 2, 4, 5 ve 6 geri dönüşüm kodlu kaplarda BPA bulunmamaktadır. Hepsi olamamakla birlikte 3 veya 7 kodlu bazı plastikler BPA ile yapılmış olabilir.

http://www.fda.gov/NewsEvents/PublicHealthFocus/ucm197739.htm

Plastik Şişeler ve Bisphenol A (BPA) için yorumlar kapalı

Filed under Genel

Kolesterol Düşürücü İlaçlar ve Diyabet Gelişme Riski

17 Şubat 2010’da The Lancet *adlı dergide çıkan bir meta-analizin sonuçları gazetelerimizde oldukça sansasyon yarattı. Konunun aslını bilmeniz gerektiğini düşünerek, bugün bu çalışmadan bahsedeceğim.

Bu çalışmaya esas olan durum, rosuvastatinle yapılan jupiter çalışmasında diyabet gelişme olasılığının artmış gözlemlenmesi nedeniyle bu durumun rosuvastatine mi ait olduğu, yoksa kolesterol düşürücü ilaçların sınıf etkisi mi olduğudur.

Ve Rakamlar

Çalışmaya katılan diyabeti olmayan kişi sayısı: 91.140
Kolesterol düşürücü ilaç kullananlar: 45.521
Kontrol grubundakiler: 45.619

Yeni gelişen diyabet
-Kolesterol düşürücü ilaç kullananlarda: 2.226 (%4.89)
-Kontrol grubunda: 2.052 (%4.50)

Eğer, riskli grupta (dünyamızda yaşayan herkesde değil) 255 kişi kolesterol düşürücü ilaçla tedavi edilirse:
1 hastada fazladan diyabet gelişmekte
5.4 major koroner (kalp krizi vb) olay azalmaktadır

Diyabet gelişme riskinde bu hafif artışın ilacın bir sonucu mu olduğu, yoksa kontrol grubundaki hastaların yaşam tarzlarına (evet yine diyet ve egzersiz) daha mı dikkat ettikleri konusu açık değildir.

*N Sattar, D Preiss and HM Murray et al., Statins and risk of incident diabetes: a collaborative meta-analysis of randomised statin trials, Lancet (2010) 10.1016/S0140-6736(09)61965-6 published online Feb 17

Kolesterol Düşürücü İlaçlar ve Diyabet Gelişme Riski için yorumlar kapalı

Filed under Şeker Hastalığı (Diyabet)

Sirke ve Tip 1 Diyabet

Size bu gün enteresan bir çalışmadan * bahsedeceğim;bu çalışma, tip 1 diyabet (insülin eksikliği nedeniyle oluşan şeker hastalığı) olan bireylerde sirkenin etkisini araştırmak için yapılmıştır.

10 tip 1 diyabetik erkek hasta çalışmaya alınmış ve bir gruba yemekten 5 dakika önce sirke (30ml sirke, 20ml su), diğer gruba da 50ml su verilmiştir.

Açlık kan şekerleri başlangıçda aynı olsa da, sirke verilen grupta yemekten sonra ani şeker yükselmesi gözlenmemiştir.

Sirkenin yemek sonrası kan şeker seviyesini azaltmasının nedeni bilinmemektedir. Ancak, örneğin salataya 2 yemek kaşığı sirke koymak hiperglisemiyi (şeker yüksekliğini) azaltmakta faydalı olabilir.

*Panayota Mitrou, Athanasios E. Raptis, Vaia Lambadiari, Eleni Boutati, Eleni Petsiou, Filio Spanoudi, Emilia Papakonstantinou, Eirini Maratou, Theofanis Economopoulos, George Dimitriadis, and Sotirios A. Raptis. Vinegar Decreases Postprandial Hyperglycemia in Patients With Type 1 Diabetes. Diabetes Care February 2010 vol. 33 no. 2 e27

Sirke ve Tip 1 Diyabet için yorumlar kapalı

Filed under Şeker Hastalığı (Diyabet)

Hamilelikte Oluşan Şeker Hastalığı (Gestasyonel Diyabette) Amerikan Diyabet Derneğinin (ADD)Yeni Tavsiyeleri

Hamilelik esnasında gelişen şeker hastalığı hem annenin, hem de bebeğin sağlığını tehdit etmektedir.
Bir önceki ADD önerisi, tüm gebelerin gestasyonel diyabet hastalığı açısından 24-26. haftalarda taranmasıydı. Bu yaklaşımın yarattığı iki sıkıntı vardı: birincisi, düşük riskli grup gereksiz olarak taranıyordu, ikincisi yüksek riskli grup ise geç taranıyordu.

Yeni öneri, eğer gebe diyabet açısından düşük riskli ise taranmasına gerek olmadığıdır.
Düşük diyabet riski demek için aşağıdakilerin hepsinin bir arada bulunması gerekmektedir:
• Yaş <25 yıl
• Gebelik öncesinde normal ağırlık
• Diyabet prevelansı düşük etnik kökene sahip olmak
• Birinci derece akrabasında diyabet olmaması
• Anormal glukoz toleransı (şeker yükleme testi) hikayesinin olmaması
• Daha önceki hamileliklerinde sorun yaşamamış olmak

Diğer yanda ise, eğer gebenin riski yüksekse, gebelik tanısı konulur konulmaz, en yakın sürede diyabet açısından taranması gerekmektedir. Yüksek risk kriterleri aşağıdadır:
• Ciddi obezite
• Gestasyonel diyabet hikayesi veya gebelik yaşına göre büyük olan bebek doğurmak
• Glikozüri (idrarda şeker çıkması)
• Polikistik over sendromu (PKOS) tanısı olanlar
• Tip 2 diyabet için güçlü aile hikayesi olanlar

Eğer gebede erken taramada problem tesbit edilmezse, gebenin her halükarda gestasyonel diyabet için 24-28 haftalar arasında taramaya girmesi gerekmektedir.

Hamilelikte Oluşan Şeker Hastalığı (Gestasyonel Diyabette) Amerikan Diyabet Derneğinin (ADD)Yeni Tavsiyeleri için yorumlar kapalı

Filed under Şeker Hastalığı (Diyabet)

Spora Başlamadan Önce Tıbbi Değerlendirilme

Birleşik Devletlerde 220.000 genç sporcudan 1 tanesinde ani ölüm geliştiği tahmin edilmektedir. Bu ölümlerin çoğunluğunda, daha önce bilinmeyen kalp hastalıkları sorumludur. Çoğu tıbbi organizasyon, bireylerin spora başlamadan önce kalp hastalıkları açısından değerlendirilmelerini önermektedir. Amerikan Kardiyoloji Koleji ve Amerikan Kalp Derneği tıbbi hikaye ve fizik muayeneyi önermekte; ancak bunlarda bir problem varsa ileri tetkik yapılmasını tavsiye etmektedir. Avrupa Kardiyoloji Cemiyeti ve Olimpik Komite ise bunlara elektrokardiyografiyi (EKG) de eklemektedir.

Bu çalışmada 510 sporcu değerlendirilmiştir. Bu sporcuların 11’inde ekokardiyografi ile spor yapmalarını tehlikeli kılacak kalp rahatsızlığı tesbit edilmiştir.

Hikaye ve fizik muayene bu 11 kişinin 5’ini tesbit edebilmiştir. Hikaye ve muayeneye EKG eklendiği zaman bu kişinin 10’u ayırtedilebilmiştir. Bu çalışmada, 83 EKG anormal bulunmuş, ancak bu anormal bulunanların büyük çoğunluğunda kalp hastalığı olmamasına rağmen yanlış pozitiflik nedeniyle ileri test gerekmiş ve bu insanlar gereksiz yere endişelenmişlerdir.

A.L. Baggish, A.M. Hutter Jr., F. Wang, K. Yared, R.B. Weiner, E. Kupperman, M.H. Picard, and M.J. Wood. “Cardiovascular Screening in College Athletes With and Without Electrocardiography. A Cross-sectional Study.” Annals of Internal Medicine, 152, p 269-275).

Spora Başlamadan Önce Tıbbi Değerlendirilme için yorumlar kapalı

Filed under Genel

Tavuk Mu Yumurta Mı / Obezite Mi Depresyon Mu?

Archives of General Psychiatry * dergisinin bu ayki sayısında yayınlanan çalışma, 58547 kişinin dahil edildiği 15 çalışmanın meta-analizini yapmakta.

Başlangıçta obez olanlarda (vücut kitle indeksi >30, kendi vücut kitle indeksinizi hesap etmek için http://drburakuzel.com/?s=vucut_kitle_indexi ) depresyon gelişme riski daha yüksek bulunmuştur. Bu ilişki 20 yaş üzerindeki erişkinlerde belirginken, 20 yaş altındaki bireylerde istatistiksel olarak anlamlı değildir.

Şaşırtıcı olmayan başka bir bulgu da, depresyon obezite gelişme riskini arttırmaktadır.

Floriana S. Luppino, MD; Leonore M. de Wit, MS; Paul F. Bouvy, MD, PhD; Theo Stijnen, PhD; Pim Cuijpers, PhD; Brenda W. J. H. Penninx, PhD; Frans G. Zitman, MD, PhD. “Overweight, Obesity, and Depression A Systematic Review and Meta-analysis of Longitudinal Studies” Arch Gen Psychiatry. 2010;67(3):220-229.

Tavuk Mu Yumurta Mı / Obezite Mi Depresyon Mu? için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh, Şeker Hastalığı (Diyabet)

Aspirin (Atar)Damar Tıkanıklığından Korur Mu?

Araştırmacılar bu sorunun cevabını bulmak için 50-75 yaş arasında 28.980 kişiyi taramış *, bunlardan 3350 kişide damar sertliği (ateroskleroz) riskinin yüksek olabileceğini, yaptıkları ölçümlerle kestirmişlerdir.

Bu çift kör** çalışmada, söz konusu riskli grubun bir kısmına 100mg aspirin, diğerine de plasebo (etkin olmayan ilaç) verilmiştir. Sonuçta aspirin alan grupla, almayan (plasebo verilen) grup arasında kalp krizi, felç gibi damara tıkanıklığının neden olduğu hastalık gelişme riskinin değişmemiş olduğu bulunmuştur.

*F. Gerald R. Fowkes, FRCPE; Jacqueline F. Price, MD; Marlene C. W. Stewart, PhD; Isabella Butcher, PhD; Gillian C. Leng, MD; Alistair C. H. Pell, MD; Peter A. G. Sandercock, DM; Keith A. A. Fox, FRCP; Gordon D. O. Lowe, DSc; Gordon D. Murray, PhD. “Aspirin for Prevention of Cardiovascular Events in a General Population Screened for a Low Ankle Brachial Index-A Randomized Controlled Trial”. JAMA. 2010;303(9):841-848.

**Çift kör çalışma, çalışmanın yansız olarak değerlendirilebilmesi için yapılır. Bu çalışma dizaynında hem araştırıcılar (doktorlar), hem de hastalar etkin ilaç alıp almadıklarını bilmezler. Araştırmanın sonunda kimin etkin ilaç alıp, kimin almadığı açıklanır. İlaç etkinse plasebodan üstün olması beklenir.

Aspirin (Atar)Damar Tıkanıklığından Korur Mu? için yorumlar kapalı

Filed under Genel

Açlık Kan Şekeri – Tek Başına Yeterli Mi?

Sorudan da anlayabileceğiniz gibi artık değil. Bu zamana kadar, şeker hastalığının tanısını koymakta hep açlık kan şekerini kullanmaktaydık. Ancak bu yaklaşım, şekere giden süreç içinde olan dalgalanmaları (tokluk kan şekerinin yükselmesi gibi) ayırt edemiyordu. Bu nedenle 3 aylık kan şekerinin ortalamasını gösteren hemoglobin A1c, diğer adıyla glike hemoglobin, artık hem şeker tanısının konulmasında, hem şeker risk tahminin yapılmasında kullanılması artık önerilmektedir (Amerikan Diyabet Derneği). Hemoglobin A1c değeri %6.5’in altı normal olarak kabul edilmektedir.

Araştırmacılar bu çalışmada, şekeri ve kalp rahatsızlığı olmayan 14,348 insandan 1990-1992 yılları arasında kan örneği almışlar ve bu insanları ortalama 14 yıl izlemişlerdir.

Hemoglobin A1c’ye göre gruplar şu şekilde ayrılmıştır ve yanlarındaki rakam 15 yılda diyabet gelişme oranını göstermektedir:

5’den küçük= %6
5-5.5 arası = %12
5.5-6 arası = %21
6-6.5 arası = %44
6.5’dan yüksek = %79

Bu çalışmanın sonucu olarak, şeker hastalığ ıriski için sadece açlık kan şekeri değil, hemoglobin A1c (HbA1c)’ye de bakılması uygun olacaktır.

*Elizabeth Selvin, Ph.D., M.P.H., Michael W. Steffes, M.D., Ph.D., Hong Zhu, B.S.,
Kunihiro Matsushita, M.D., Ph.D., Lynne Wagenknecht, Dr.P.H.,
James Pankow, Ph.D., M.P.H., Josef Coresh, M.D., Ph.D.,
and Frederick L. Brancati, M.D., M.H.S. “Glycated Hemoglobin, Diabetes, and
Cardiovascular Risk in Nondiabetic Adults”. N Engl J Med 2010;362:800-11.

Açlık Kan Şekeri – Tek Başına Yeterli Mi? için yorumlar kapalı

Filed under Şeker Hastalığı (Diyabet)

Havaalanı Güvenliği ve Tüm Vücut Taraması

Bu hafta British Medical Journal*’da çıkan bir editoryal, zaman zaman gazetelerde görmeye alıştığımız ve güvenlik amacıyla yapılan tüm vücut taramalarını konu olarak ele almıştır. Bu vücut taramaları iki yöntemle yapılmaktadır:
1. Milimetre Radyo Dalgası Sistemi: Bu sistemde radyo dalgaları kullanılmakta, x-ışını kullanılmamaktadır
2. Geri saçınım (backscatter) Sistemi: Bu sistemde x-ışınları kullanılmakta, ancak bu ışınlar tıbbi kullanımda olduğu gibi (örneğin, akciğer röntgeni) vücuttan geçmemekte, deriden geri dönmektedir.

Geri saçınım yöntemi ile bireylerin aldığı radyasyon dozu 0.1 μSv’tır; akciğer röntgeninde alınan doz ise 100 μSv’dır. Bir geri saçınım taraması ile alınan doz 2-10 dakika hava yolculuğunda alınan radyasyona eşdeğerdir.

Bu tip taramaların sağlık yönünde sıkıntı yaratmayacağı düşünülmekle beraber bu sistemlerin periyodik bakımları ve ölçümlerinin yapılması gerekmektedir.

*Mahadevappa Mahesh, “Use of full body scanners at airports
Medical risk is negligible, but concerns about privacy remain”. BMJ 2010;340:c993

Havaalanı Güvenliği ve Tüm Vücut Taraması için yorumlar kapalı

Filed under Genel

Kronik Yorgunluk (Fatigue) Sendromunun Olmayan Viral Nedeni?

Kronik yorgunluk (fatigue) sendromu, en az altı ay süren, görünen herhangi bir fiziksel rahatsızlık olmaması ile karakterize, rahatsız edici fiziksel ve düşünsel yorgunluk durumudur. Bu hastalığın en önemli ayırt edici özelliği halsiz-takatsiz bırakan yorgunluk olmasıdır. Bu duruma bazen kas ağrıları, bozulmuş uyku, konsantrasyonda güçlük, boğaz ağrısı ve lenf bezlerinde büyüme de eşlik edebilmektedir.

Hastaların 2/3’ü kadındır ve bu hastalığın nedeni bilinmemektedir.

Science dergisinde yayınlanan bir çalışmada, Lombardi ve arkadaşları hastaların %67’sinde xenotropicmurine lösemi virüsle-ilişkili virüs (XMRV) tesbit etmişlerdir.

Bugün bahsedeceğimiz çalışma ise, Lombardi *’nin çalışmasının bir tekrarı niteliğindedir. Bildiğiniz gibi bilimsel çalışmaarda dikkat edilen husus, çalışmaların tekrar edilebilmesidir. Sonuçların geçerli kabul edilebilmesi için de benzer çalışmalarda benzer sonuçlar elde edilebilmesidir.

Frank J M van Kuppeveld ve arkadaşlarının **yaptığı bu çalışmada, kronik yorgunluk sendromu olan hastalarda XMRV bulunmamıştır. Bu sonuç da, ilk çalışmanın sonuçlarının güvenilir olmayabileceğini düşündürmektedir.

*Lombardi VC, Ruscetti FW, Das Gupta J, Pfost MA, Hagen KS, Peterson DL, et al. Detection of an infectious retrovirus, XMRV, in blood cells of patients with chronic fatigue syndrome. Science 2009;326:585-9.

**Frank J M van Kuppeveld, Arjan S de Jong, Kjerstin H Lanke, Gerald W Verhaegh,
Willem J G Melchers, CarolineMA Swanink, Gijs Bleijenberg, Mihai G Netea, Jochem M
D Galama, Jos W M van der Meer. “Prevalence of xenotropic murine leukaemia virus-related
virus in patients with chronic fatigue syndrome in the Netherlands: retrospective analysis of samples from an established cohort”. BMJ 2010;340:c1018 doi:10.1136/bmj.c1018

Kronik Yorgunluk (Fatigue) Sendromunun Olmayan Viral Nedeni? için yorumlar kapalı

Filed under Genel

Gazlı İçecek / Pizza Vergisi

İnsanoğlunun bağımlılığa yatkınlığı azalmıyor. Sigara tüketimi azaldıkça, yeme bağımlılığı da artıyor. Sigara ile mücadele başarılı olduğuna göre, artık istikamet obezite…

Birleşik Devletlerde son dönemlerde sıkça konuşulan konu, kalorisi yüksek (çöp) içecek ve yiyeceklerin tüketimini azaltmak için üzerlerine vergi konulması. Bugün bahsedeceğim çalışma* Archives of Internal Medicine’da 8 Mart 2010’da yayınlandı. Araştırıcılar 5115 kişinin iştirak ettiği ve 20 yıl süren bu çalışmada yiyecek fiyatları, diyetsel alım, tüm enerji alımı, ağırlık ve insülin direnci skorunun( HOMA-IR) birbirleriyle ilişkisini araştırmışlardır.

Ve Sonuçlar

Gazlı İçeceklerde 1 dolar artış =
• 124 kcal daha az enerji alımı
• 1.05 kg daha az ağırlık
• 0.42 daha az insülin direnci skoru (HOMA-IR)

Hem pizza, hem de gazlı içeceklerde 1’er dolarlık artış =
• 181 kcal daha az enerji
• 1.65 kg daha az ağırlık
• 0.45 daha az insülin direnci skoru (HOMA-IR)

Denklem basit değil mi?

*Duffey KJ, Gordon-Larsen P, Shikany JM, Guilkey D, Jacobs DR Jr, Popkin BM. Food price and diet and health outcomes: 20 years of the CARDIA Study. Arch Intern Med. 2010;170(5):420-426

Gazlı İçecek / Pizza Vergisi için yorumlar kapalı

Filed under Şeker Hastalığı (Diyabet)

Kolestrol Düşürücü Yeni Bir İlaç Eprotirome

Bildiğiniz gibi damar sertliği ile ilişkili kalp damar hastalıklarında, düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) kolesterol yüksek olmasının rolü var. Bu kötü kolesterolü düşürmek için, diyet ve egzersizin yeterli olmadığı riskli hasta grubunda, kolesterol düşürücü ilaçların kullanılmaktadır. Statin grubu ilaçlar, kolesterol seviyesini azaltmakta kullanılmaktadır. Ancak, bazı durumlarda tek başlarına hedef değerlere ulaşmak sadece statin grubu ilaçlarla mümkün olamamaktadır.

Ezetimib ve torcetrapib gibi yeni ilaçlar ise, yeni ve değişik etki mekanizmalarının olmasına rağmen ya istenen etkinliğe ulaşamamış veya istenmeyen yan etkilere neden olmuştur.

Tiroid hormonlarının, hipotiroidi hastalarında (tiroid bezi çalışmayan hastalarda) özellikle LDL kolesterolünü düşürdüğü bilinmektedir.

Bu çalışmada, tiroid hormonuna benzeyen eprotirome isimli molekül, statin grubu ilaç kullananlara ek olarak verilmiştir. Çalışma çift kör ve plasebo kontrollü olarak yapılmıştır.

Ve Sonuçlar
Eprotirom statin grubu (atorvastatin veya pravastatin) ilaçlara eklendiğinde %32’ye varan LDL azalması gözlenmiştir.

*Paul W. Ladenson, M.D., Jens D. Kristensen, M.D., Ph.D., E. Chester Ridgway, M.D., Anders G. Olsson, M.D., Ph.D., Bo Carlsson, M.Sc., Irwin Klein, M.D., John D. Baxter, M.D., and Bo Angelin, M.D., Ph.D. “Use of the Thyroid Hormone Analogue Eprotirome in Statin-Treated Dyslipidemia”. NEJM,
Volume 362:906-916

Kolestrol Düşürücü Yeni Bir İlaç Eprotirome için yorumlar kapalı

Filed under Kolesterol, Tiroid Hastalıkları

İnme ve Kan Basıncı Değişkenliği

Kalp damar sistemi hastalıkları arasında, en önemli tedavi edilebilir risk faktörü, tansiyon yüksekliğidir. Ancak, klinik olaylara neden olan mekanizma tam olarak anlaşılmamıştır.

Bu hafta The Lancet dergisinde yayınlanan iki önemli çalışma, bizlere hipertansiyon ve inme arasındaki bağlantı arasında önemli bilgiler vermektedir:

• Sistolik kan basıncının (büyük tansiyon) muayeneden muayeneye değişimi, inme riski için güçlü bir belirteçdir ve ortalama kan basıncından bağımsızdır.

• Muayeneden muayeneye tansiyondaki değişkenliğe en az neden olan, kalsiyum kanal blokerleri ve idrar söktürücüler gibi tansiyon ilaçları, inmeden en fazla koruyan ilaçlardır. Bu ilaçların koruyucu etkileri ortalama sistolik basınçtan farklıdır. İnmeden en az koruyan grup ilaçlar ise β blokerlerdir.

Sonuç olarak, tansiyondaki dalgalanmaları önemsemeli ve bu dalgalanmaları önlemeye çalışmalıyız.

Bo Carlberg, Lars Hjalmar Lindholm. Stroke and blood-pressure variation: new permutations on an old theme. Lancet 2010; 375: 867-868

Rothwell PM, Howard SC, Dolan E, et al. Prognostic signifi cance of
visit-to-visit variability, maximum systolic blood pressure, and episodic
hypertension. Lancet 2010; 375: 895–905.

Webb AJS, Fisher U, Mehta Z, Rothwell PM. Eff ects of antihypertensivedrug
class on interindividual variation in blood pressure and risk of stroke:
a systematic review and meta-analysis. Lancet 2010; 375: 906–15

Rothwell PM. Limitations of the usual blood-pressure hypothesis and
importance of variability, instability, and episodic hypertension.
Lancet 2010; 375: 938–48.

İnme ve Kan Basıncı Değişkenliği için yorumlar kapalı

Filed under Hipertansiyon

Egzersiz ve Bilişsel Bozulma

Dr. Thorleif Etgen ve arkadaşlarının Archives of Internal Medicine yayınladığı bir çalışma bilişsel bozulma ile fiziksel egzersiz arasında ilişkiyi ortaya koymakta. Bu çalışma, 55 yaş üzerindeki bireylerde yapılmış ve bu bireyler 2 yıl izlenmişler.

Ve Sonuçlar

Tahmin ettiğiniz gibi fiziksel egzersiz, sadece bedeni değil ,beyni de çalıştırıyor; orta ve ağır egzersiz yaşlı bireylerde bilişsel bozulmayı engellemektedir.

Sağlık bir beyin için, sadece zihinsel egzersiz değil bedensel egzersiz de şarttır.

Arch Intern Med. 2010;170(2):186-193.

Egzersiz ve Bilişsel Bozulma için yorumlar kapalı

Filed under Genel

Su İçsem Yarıyor Diyorsanız, İşte İspatı

International Journal of Obesity dergisinde bu ay yayınlanan çalışma, tek yumurta ikizleri üzerinde yapılmış. Bu çalışmaya alınan ikizlerden biri obez, diğeri obez değildir. Her ikiz kardeşe, fiziksel aktivitelerinin ve yediklerinin günlüğünün 3 gün boyunca tutulması istenmiş ve yeme davranışları hakkında anket yapılmıştır. Araştırıcılar bu günlükle yetinmemiş, D2O and H218O ile işaretlenmiş su yöntemi ile enerji tüketimlerini analiz etmişlerdir. Bu şekilde, beyan edilen yiyecek alımı ile enerji harcaması arasında tutarlılığın var olup olmadığı araştırılmıştır.

Ve Sonuçlar

Obez olmayan ikiz, obez olanın daha fazla yediğini, daha az sağlıklı yiyecek tükettiğini ve daha az egzersiz yaptığını belirtmiştir.

Ancak beyan edilen enerji alımı, fiziksel aktivite miktarı birbirinden farklı değildir. Enerji alımı aynıysa, birisi nasıl obezken, diğeri değildir? Su içse yaramış mıdır?

İkili işaretlenmiş su yöntemi ile beyanın doğruluğu araştırıldığında, obezlerin enerji alımlarını daha az, egzersiz miktarlarını da daha fazla bildirdikleri gözlenmiştir. Yani obez olan ikiz kendini ve araştırıcıları kandırmıştır.

İnsanlar neden kendilerini kandırır?

Yarın, neden insanların kendilerine yalan söylediğini araştıran ve 1984 yıında yayınlanan bir sosyal psikoloji deneyinden bahsedeğiz.

K H Pietiläinen, M Korkeila, L H Bogl, K R Westerterp, H Yki-Järvinen, J Kaprio and A Rissanen “Inaccuracies in food and physical activity diaries of obese subjects: complementary evidence from doubly labeled water and co-twin assessments”. International Journal of Obesity (2010) 34, 437–445; doi:10.1038/ijo.2009.251

Su İçsem Yarıyor Diyorsanız, İşte İspatı için yorumlar kapalı

Filed under Şeker Hastalığı (Diyabet)

Kendimizi Nasıl Kandırırız?

Teorik olarak kendimiz dahil kimseye yalan söylememeliyiz değil mi? Ama bu koşul he zaman gerçekleşmeyebilir; Quattrone ve Trevsky*’in araştırdığı konu da bu soru.

Deney

“Atletizmin psikolojik ve tıbbi etkileri”ni araştıran bir deneye katılmaya karar verdiniz. Bu deney, tabi ki bunu araştırmıyor; araştırmacılar kolunuzu soğuk suyun altında tutma sürenizin ne kadar sağlıklı olduğunuzun göstergesi olduğuna sizi inandırmaya çalışıyor. Yani, “ne kadar uzun süre kolunuzu tutarsanız, o derecede sağlıklısınız” savı size empoze edilmeye çalışılıyor. Bakalım nasıl kendinizi kandıracaksınız?

İlk önce katılımcıların, kollarını soğuk suyun altında dayanabileceklerinin maksimumunda tutmaları istenir. Su oldukça soğuktur ve insanlar 30 veya 40 saniye dayanabilirler. Daha sonra katılımcıların gerçekten de atletizm çalışmasına katıldıklarını düşündürecek çeşitli görevler verilir. Egzersiz bisikletine konulurlar, sonra kalp tipi ve yaşam beklentisi arasındaki ilişkiyi anlatan bir derse katılırlar. İki çeşit kalp olduğu söylenir:

Tip I kalp: kötü sağlıkla, kısa yaşam süresi ile ve kalp hastalığı ile ilişkili.
Tip II kalp: iyi sağlıkla, uzun yaşam beklentisi ve düşük kalp hastalığı riski ile ilişkili.

Katılımcıların yarısına tip II kalbi (yani daha iyi daha sağlıklı olduğu iddia edilen) olanların, egzersiz sonrası soğuk suya daha fazla dayanabildiği, diğer yarısına ise daha az dayanabildikleri söylenmiş. Tabi ki, tüm bunlar katılımcıların soğuk suya dayanma sürelerinin sağlıklarını test ettiğini düşünmelerini sağlamaktır.

Şimdi test zamanı: başlangıçta gördüğünüz grafik tüm sonuçları özetliyor.

Gördüğünüz gibi soğuğa dayanıklılığın, iyi sağlığın belirtisi olduğu söylenilen grup, bir anda soğuğa daha fazla dayanmaya başlıyor.

Soğuğa dayanıklılığın, kötü sağlığın belirtisi olduğu söylenilen grup ise, bir anda soğuğa daha az dayanıyor.

Bu insanlar, gerçekten kendilerini veya araştırmacıları kandırdılar mı? Yoksa kendileri de bu yalan kandılar mı?

Her katılımcıya suda tutma miktarlarını bilerek değiştirip değiştirmedikleri sorulmuştur. 38 katılımcının 29’u inkar etmiş, 9’u da suyun sıcaklığının değiştiğini bahane ederek itiraf etmişlerdir. Suyun sıcaklığı değişmemekle birlikte, kişiler kendilerini kandırmış olmalarıyla doğrudan yüzleşememeleridir.

Dünkü çalışmayı hatırladınız değil mi?

*Quattrone George A, Tversky Amos “Causal versus diagnostic contingencies: On self-deception and on the voter’s illusion.” Journal of Personality and Social Psychology. Vol 46(2), Feb 1984, 237-248

**Bu yazı “http://www.spring.org.uk/2009/10/the-truth-about-self-deception.php” sitesinden kısaltılarak yazılmıştır.

Kendimizi Nasıl Kandırırız? için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh