Akşamları spora gittiğimde bu ağrı biraz daha artmaya başlamıştı, giydiğim şort ızdırap vermeye başlamıştı. Hele bisikletin selesi değdiği zaman, sanki beynime ilerleyen ateşli bir elektrik çakıyordu.
Kabuğuma çekilmiştim, korkuyordum kendimi ellemeye. Orda bir şey var biliyordum; gözlerimi kapatıp geçmesini bekliyordum. Geçmiyordu o his. Bu rüya olsaydı da uyansaydım ve bir oh deseydim diye düşünmeye başladım. Geceler bölük pörçük uykuyla geçiyordu. Sevgilim, senin tanıyamıyorum artık, ne biçim adam oldun sen diye bana çıkışıyordu. Evden çıkmak da istemiyordum, işe de gitmek istemiyordum. Sakallarım uzamıştı, saçlarım berbat keçe halindeydi. Kendimi çıplak göreceğim korkusuna duş bile alamıyordum; halbuki “duş machen” ne hoştu bir zamanlar.
Şirkette toplantılar çok olurdu. Yakın arkadaşım Yavuz yanıma geldi.
-“Adamım, nedir bu halin? Noldu manitayla bir durum mu var? Seni çok “down” gördüm. Akşama kafa çekmeye gidelim mi?” Okumaya devam et