Category Archives: Endokrin Hastalıklar

Kilo Enflasyonundan Kurtaran Probiyotik

Bu aralar ekonomiyle çok ilgiliyim; nihayetinde bizim işin (genel dahiliyenin) en büyük konusu enfeksiyon hastalıklarından sonra enerji ekonomisi. Takip ettiğim ekonomistler de güncel durumu anlatırken hep sağlıktan örnek veriyorlar; doğru teşhis doğru tedavi getirir. Tersinin de o zaman geçerli olması gerekiyor, artık sağlıktan konuşurken ekonomiden örnek vermenin zamanı geldi… Kilo enflasyonundan kurtulmak için doğru yatırım yapmalıyız arkadaşlar, mide betonuna değil, kas üretimine öncelik vermeliyiz. Youtube kanalıma da sizleri beklerim: https://www.youtube.com/channel/UCAfekJ6IpWbFkwndW2vYW9w/

İkinci beynimiz olarak adlandırılan barsaklarımızın içinde sinir hücreleri olsa da bir beyin maalesef değil; yani barsaklarımızdan düşünerek bazı sorunlarımızı çözmesini beklememek gerekiyor. Tabii bu ikinci beyin meselesi, beynini kullanmayan insanları tasvir etmek için de kullanılıyor olabilir; ona da bir şey demem. Barsaklarımızın beyinsel faaliyetinin ötesinde birkaç görevi var; bunları biliyorsunuz, ancak son zamanlarda teknolojinin de ilerlemesiyle barsaklarımızda bizle birlikte yaşayan mikro organizmaların vücudumuzla olan ilişkisi de anlaşılmaya başlanıldı.

Bugün bahsedeceğim çalışmanın başrolünde Ekkermansia muciniphilia isimli bir bakteri (gram negatif, anaerob ve vankomisine de dirençli) var. Bu oval ve sevimli bakteri 2004 yılında tespit ediliyor, yani barsaklarımızdaki canlıların %1’ini oluşturan bu mikro organizmayı 15 yıl öncesine kadar tanımıyorduk. Bu bakteriyle ilgili bilgilerimiz arttıkça, bunların obezite ve yandaşları insülin direnci, kolesterol yüksekliği ile ilgili olduğunu anladık.

Yine son zamanların popüler konularından bir tanesi de fekal transplantasyon; yani sağlıklı insanların dışkısını hastalıklı insanlara yutturmak. Ancak geçen ay bildirilen bir ölüm vakası olduğunu da akılda tutmak gerekiyor; oldukça dirençli bir bakteri de verilen dışkı içinde olduğu sonradan anlaşılmış.

Bahsedeceğim çalışmada ise Akkermansia’yı fekal transplant şeklinde değil, eczanelerde satılan probiyotiklere benzer şekilde (ilaç şeklinde) vermişler. Bir kısım insana plasebo (içinde etken madde yok), bir kısmına canlı Akkermansia, bir kısmına da pastörize edilmiş Akkermansia verilmiş. Pastörize Akkermansia’nın daha etkili olduğu tamamen tesadüfen başka bir çalışmada tespit edildiği için bu çalışmaya alınmış.

Sonuçlar

Pastörize Akkermansi içenlerde

  1. İnsülin düzeyi %34 azalmış, yani insülin direnci gerilemiş.
  2. Kilo 2.3kg azalmış
  3. Toplam kolesterol %9 azalmış
  4. Yağ 1.4kg azalmış
  5. Bel çevresi 2.7cm azalmış.

Bu arada metforminin bu bakteri sayısını arttırdığı, mide koruyucuların da azalttığı da başka bir çalışmada gözlenmiş.

Tavsiyem

Anlaşılan bu bakteriyi içeren probiyotiklerin kullanılması faydalıdır. Ancak yine de bu konudaki bilgilerimizin biraz daha artmasını beklemek gerekir.

Kaynaklar

Clara Depommier, et al. “Supplementation with Akkermansia muciniphila in overweight and obese human volunteers: a proof-of-concept exploratory study”. https://www.nature.com/articles/s41591-019-0495-2

http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvQWtrZXJtYW5zaWFfbXVjaW5pcGhpbGE

Derrien, Muriel; Belzer, Clara; de Vos, Willem M. (2016-02-11). “Akkermansia muciniphila and its role in regulating host functions”. Microbial Pathogenesis. 106: 171–181. doi:10.1016/j.micpath.2016.02.005

Reklam

Kilo Enflasyonundan Kurtaran Probiyotik için yorumlar kapalı

Filed under Endokrin Hastalıklar, Genel Sağlık

Gözler Yalan Söylemez

Gözler Yalan Söylemez

“Hoca gelecek, baktın mı hastanın göz dibine” diye soruyorum arkadaşıma, “baktırdım” diyor; “ben ne kadar baksam da bir şey anlayamıyorum” diyorum. Az sonra grand vizit yapılacak ve haftalık fırçamızı Hasan Hocadan yiyeceğiz. İki hafta önce elimde dergileri görüp, bunları okuyup adam olamazsın diye kızmıştı, geçen hafta ise hiçbir şey okumuyorsun diye…

Göz dibi incelemesi insan vücudunda mikro-dolaşımın doğrudan gözlenebileceği yegâne yer ve sağlık hakkında iyi bilgiler veriyor, mesela tansiyon yüksekliğinin, şeker hastalığının etkilerini göz dibindeki damarlardan takip edebiliyoruz.

Bugün bahsedeceğim çalışma derin öğrenme ile ilgili; muhtemelen de bundan sonraki yazılarımda sık sık bu yöntemle ilgili çalışmaları sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.

Derin öğrenme 284,335 hasta verisinden algoritmasını kurmuş ve iki farklı veri setinde de öğrendiği bu algoritma ile tahmin yapmıştır.

Bir sonraki satırı okumadan önce sizlere AUC değerinin 0,5-0,7 arasında olması düşük, 0,7-0,9 arasında olması orta, 0,9 üzeri olması yüksek kesinliği gösterdiğini hatırlatayım.

Yapay zekâ göz dibine bakıp

  • Kişinin kaç yaşında olduğunu yaklaşık 3 yıl hatayla tespit etmiş.
  • Kişinin cinsiyetini yüksek keskinlikle tahmin etmiş (AUC= 0.9)
  • Sigara, büyük tansiyon düzeyi ve majör kardiyak olay tahmini ise orta düzeyde kalmıştır (AUC= 0.70)

Retina ve AI

Önerim

Yapay zekâ tüm gücüyle geliyor ve yakın gelecek gerçekten çok şaşırtıcı olacak.

Eğer şeker veya tansiyon hastalığınız varsa her sene göz dibi incelemesi yaptırın.

 

Göz dibi: http://www.wikizeroo.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvRnVuZHVzXyhleWUp

Ryan Poplin et al. “Prediction of cardiovascular risk factors from retinal fundus photographs via deep learning”. Nature Biomedical Engineering | VOL 2 | MARCH 2018 | 158–164

Gözler Yalan Söylemez için yorumlar kapalı

Filed under Endokrin Hastalıklar, Genel Sağlık, Hipertansiyon, Şeker Hastalığı (Diyabet)

Ürik Asit ve Yediklerimiz

Ürik Asit ve Yediklerimiz

Geçtiğimiz yıllar içinde o kadar çok gut atağı görmemim sebebi malum medya hocası diye düşünüyorum. Zira 2000’li yıllarda Cerrahpaşa Romatolojide bu kadar çok gut hastası görmemiştim. Hal böyle olunca ürik asit konusuna da değinmek farz oldu.

Ürik asit, pürin metabolizması ürünü; bunu proteinlerin yıkımından ortaya çıkan atık olarak da okuyabilirsiniz. İnsan vücudu, aynı doğamızda olduğu gibi denge durumunu seviyor, ürik asit seviyesinin kanda düşük olması da pek haz ettiğimiz bir şey değil, çünkü ciddi antioksidan özelliği var. Fazla olması da sadece gut hastalığı riskini arttırmıyor, ürik asit nefropatisi dediğimiz, sonu diyalizle bile bitebilen böbrek hastalığına neden olabiliyor. Ayrıca yine böbrekte taş oluşumuna da neden olabiliyor.

Önce iyi haberle başlayalım, kanda ürik asit yüksekliğinin tek sebebi diyet değil, genetik.

Çalışma

Gut hastalığı veya böbrek hastalığı olmayan, ürik asit asit düşürücü veya idrar sökücü ilaç kullanmayan 16.760 kişinin verileri 5 kohort çalışmasından alınarak kullanılmış.

İyi haber, diyetle ürik asit artışı kişilerin %7.9’unu açıklıyor, %23.9’u ise genetik faktörlerden dolayı oluyor.

Ürik asit arttırıcılar

  1. Bira
  2. Likör
  3. Şarap
  4. Patates
  5. Kümes hayvanları
  6. Soft içecekler (kola, meyve suyu vb)
  7. Et

Ürik asit azaltıcılar

  1. Yumurta
  2. Yer fıstığı
  3. Soğuk mısır gevreği
  4. Yağsız süt
  5. Peynir
  6. Kahverengi ekmek
  7. Margarin
  8. Turunçgiller dışı meyve

Önerim

Eğer ürik asidiniz yüksekse mutlaka diyetinize dikkat edin, ama tek nedenin diyet olmadığını da bilin.

Hayvansal protein tüketimi günlük diyetin bir parçası olmalı, ama 65 yaş altındakilerin, eğer özel bir durumları yoksa, %20’den fazla hayvansal protein tüketmesinler.

65 yaş üzerindekilerin ise kas kaybını önlemesi nedeniyle protein tüketimini %20’nin üzerinde tutmaları daha uygundur.

Medya hocasından uzak durun.

 

 

Tanya J Major, et al. “Evaluation of the diet wide contribution to serum urate levels: meta-analysis of population based cohorts”. BMJ 2018;363:k3951 http://dx.doi.org/10.1136/bmj.k3951

Ürik Asit ve Yediklerimiz için yorumlar kapalı

Filed under Endokrin Hastalıklar, Genel Sağlık

D Vitamini Takviyesi Mucizesi (diye bir şey yok!)

D Vitamini Takviyesi Mucizesi

Güneşli canım ülkemin D vitamini fakiri insanları olarak bizler uzun, mutlu ve sağlıklı yaşamak istiyoruz, bu konuda imdadımıza reyting hocası yetişiyor ve ağzımızdan aşağı bir ton ünite D vitamin boca ediyor. Peki, yağda erir bir vitamin olan D vitamininin “fazlası vücutta birikir” bilgimiz nereye kayboluyor? Bu uğurda kanda kalsiyumu yükselen ve hastaneye yatırılan kaç tane hasta var? Bunlar bence güzel bir bitirme tezi konusu olabilir.

D vitamini tabii ki kalsiyum metabolizmasında ve kemik sağlığında önemli bir vitamin, eskiden raşitizm nedeniyle bacakları O harfi şekline gelen ve garip şekilde alçılanan bebekleri hatırlar mısınız? Şu aralar hemen hiç görmüyorum.

D vitamin ayrıca kalp-damar sağlığı için de önemli, beyin sağlığı için de. Fakat D vitamini düşük insanlara dışarıdan D vitamini verdiğimizde ne kalp-damar hastalığı riski ne de Alzheimer riski azalıyor. Bu durum da aslında D vitaminin bir sebep değil bir sonuç olduğunu düşündürüyor, yani eğer evin dışında aktif bir yaşantınız varsa damarlar da, beyin de korunuyor.

Gelelim bugünkü konumuza, 81 çalışmadan 53,537 katılımcıyla yapılan bir meta analizden bahsedeceğiz.

Sonuçlar

D vitamini takviyesi yapılanlarda

  1. Kemik kırığı riski azalmamıştır
  2. Düşme riski azalmamıştır
  3. Yüksek doz veya düşük doz D vitamin takviyesi kemik kırığı veya düşme riskini azaltmamıştır.
  4. Kemik yoğunluğu üzerinde bir etkisi tespit edilmemiştir.

 

Eve Gidecek Sonuç

D vitamininiz düşük çıktığı için üzülmeyin, eğer kemik sağlığınız (ve beyin ve damar) için bir şey yapmak isterseniz, sizi dışarı alalım :)

 

Mark J Bolland, et al. “ Effects of vitamin D supplementation on musculoskeletal health: a systematic review, meta-analysis, and trial  sequential analysis”. Lancet Diabetes Endocrinol 2018 Published Online October 4, 2018 http://dx.doi.org/10.1016/S2213-8587(18)30265-1

D Vitamini Takviyesi Mucizesi (diye bir şey yok!) için yorumlar kapalı

Filed under Endokrin Hastalıklar, Vitamin ve Mineraller

Diyabeti Durdur

Diyabeti Durdur

Çok değerli, çok nadide bir vazonuzun olduğunu hayal edin. Bu vazo bir anda sallanmaya başladığını fark ediyorsunuz. Birazdan bu vazo düşecek; düştüğünde kırılır mı bilmiyorsunuz, kırıldığında ise hiçbir zaman ilk haline gelemeyecek. İşte sallanan bu vazo bizlerin sağlığını temsil ediyor. Çoğumuzun vazosu tehlikeli bir şekilde sallanıyor, bir kısmımız bu duruma müdahale ediyoruz, bir kısmımız da sadece seyredip, vazonun kırılmasını bekliyoruz.  Ayaklarla, ağzın yer değiştirdiği modern çağ hastalığı bu, çok yürümek, az yemek yerine az yürüyüp, çok yiyoruz. Bu arada ince olmak da her zaman koruyucu olmuyor, sıska ve yağlı bir grup insan var ve onlar da risk altında.

Dolayısıyla, bir hastalığın geldiğini fark ediyorsak ve buna karşı önlemler geliştiriyorsak, o hastalığı tedavi etmiş olmuyoruz, o hastalığın doğmasına engel olduğumuz için faydamız da sağlığın korunması oluyor.

Bildiklerimiz

Toplumun yaklaşık %30’u pre-diyabet, yani şeker hastalığına yaklaşmış.

Bu grubun yaklaşık %30’u da 5 yıl içinde aşikâr şeker hastası oluyor.

Eskiden özellikle hastalar tarafından önemsenmeyen bu durum, neyse ki son yıllarda bilincin artması ile önemsenir oldu. Peki, bu grup insanda önleyici neler yapabiliriz? İşte bu sorunun cevabını bugün sizlere paylaşacağım çalışma araştırmış.

Çalışma geriye dönük yapılmış, bunu özellikle belirtmemin nedeni bu tip çalışmalardan elde edilecek bilginin güvenirliği ileriye dönük çalışmalardan daha az olması nedeni iledir. Diyabet gelişim riski orta ve yüksek kişilere verilen tedaviler araştırıldığında yaklaşık 3 yıllık takipte:

Stop Diabetes

Sadece Yaşam tarzı değişikliği yapan grubun %11’inde diyabet gelişmiş

Yaşam tarzı değişikliği + Metformin + Pioglitazon ilaç tedavisi alan grubun %5’inde diyabet gelişmiş.

Yaşam tarzı değişikliği + Metformin+ Pioglitazon + GLP-1 reseptör agonist ilaç tedavisi alan grubun %0’ında diyabet gelişmiştir.

Yan etkilere bakıldığında, hiçbir grupta kontrolsüz şeker düşüklüğü (hipoglisemi) tespit edilmemiş, GLP-1 grubunun %5’inde bulantı olmuştur.

Bu veriler benim günlük pratiğimle de uyuşmakla birlikte, bulantı metformin ilacı kullananlarda, özellikle ilk kez kullananlarda biraz daha sık gördüğümü belirtmek istiyorum.

Eğer diyabet gelişmesine engel olmak istiyorsanız hekiminizden ayrılmayın.

John P Armato, et al. “Successful treatment of prediabetes in clinical practice using physiological assessment (STOP DIABETES)”. Lancet Diabetes Endocrinol 2018 Published Online September 14, 2018 http://dx.doi.org/10.1016/S2213-8587(18)30234-1

Diyabeti Durdur için yorumlar kapalı

Filed under Endokrin Hastalıklar, Şeker Hastalığı (Diyabet)

Yeni Obezite İlacı Lorcaserin

Araba kullanırken hemen herkesin sinir olduğu sürücüler, sürekli makas atarak gidenler… Her ne kadar anlık hızlanmaları olsa da, nihayetinde gidilmesi planlanan yere daha hızlı ulaşamadıkları gibi, hem daha fazla yakıt harcıyorlar, hem de kaza riskini ciddi anlamda arttırıyorlar. Bu meyanda birazdan bahsedeceğim çalışmanın sonucunu yazmadan önce, bence dünyaya gelişimizin amacının sadece “mücadele” etmek, istisnasız kendimiz dâhil herkesle, her şeyle olduğunu belirteyim.

Obezitenin, çağımızın hastalığı olduğunu; çözümünün ise oldukça basit olduğunu biliyoruz. Ancak, obezitenin ilaçla tedavisi her zaman popüler olmaya devam etmektedir. Geçmişte kullanılan ilaçların bir kısmı ölümcül yan etkilerinden dolay geri çekildi (isomerid, sibutramin), fakat arayış halen devam etmekte…

Lorcaserin serotonin 2C (5-HT2C)  reseptörü agonistidir. Bu şekilde yiyecek alımını azaltarak kilo kaybına neden olduğu düşünülmektedir. Bu serotonin reseptörünü seçici olmadan uyaran diğer ilaçlar (fenfluramine ve dexfenfluramine) da kilo kaybına neden olmakta, ancak kalp kapağında hasara neden olduğu için kullanılmamaktadır. Bazı gıda takviyesi diye satılan kilo verdirici ilaçlara da bu etken maddeler konulduğu bilinmektedir. Bu tip ilaçlardan kesinlikle kaçınmak gerektiğini bu vesileyle bir defa daha hatırlatayım.

 

Çalışmaya 12,000 (aterosklerotik) kalp damar hastalığı veya çok sayıda kalp damar hastalığı riski olan fazla kilolu veya obez hasta alınmış ve sabah akşam 10mg lorcaserin veya plasebo (içinde etken madde olmayan hap) verilmiş.

Birinci Yılda Sonuçlar

Lorcaserin

Hastaların %38’inde en az %5 kilo kaybı lorcaserin grubunda gözlenmiş. Plasebo verilende de bu oran %17 olarak gözlenmiş. Yani, lorcaserin kilo verdirmede plaseboya göre daha etkili bir ilaç olduğu ortaya çıkmış.

Yan etkilerine bakıldığında ise çok ciddi yan etkiler görülmemekle birlikte, eski obezite ilaçlarının korkulu rüyası kalp kapaklarında yeni gelişen veya ilerleyen hastalık, lorcaserin grubunda %0.5 fazla gözlenmiş. Bu artış küçük olsa da uzun dönemde nereye varacağını kestirmek mümkün değildir.

Bu ilaç ile ilgili şahsi fikrim, kullanmak için acele etmemek gerektiğidir.

 

Erin A. Bohula, et al. “Cardiovascular Safety of Lorcaserin in Overweight or Obese Patients”. DOI: 10.1056/NEJMoa1808721

Julie R. Ingelfinger, M.D., and Clifford J. Rosen, M.D. “ Lorcaserin — Elixir or Liability?”.  DOI: 10.1056/NEJMe1810855

Yeni Obezite İlacı Lorcaserin için yorumlar kapalı

Filed under Endokrin Hastalıklar, Genel Sağlık, Hipertansiyon, Kolesterol, Şeker Hastalığı (Diyabet)

Her TSH Yüksekliği Tedavi Edilmeli Mi?

Tiroid İçin Tedavi Ne Zaman Başlamalı_

Tiroid bezinin az çalışmasına hipotiroidi diyoruz. Tiroid bezinin az çalıştığını ise, serbest T4 ve TSH düzeylerine bakarak çoğunlukla anlıyoruz. Çok nadir bazı durumlarda ek tetkikler de gerekiyor. Tiroidin az çalışması kilo artışına, fazla çalışması ise kilo vermeye neden olabilir. Kitaplarda her ne kadar çok didaktik anlatılsa da, gerçek hayat böyle değil. Daha bugün ciddi hipertiroidisi, yani tiroidi fazla çalışan bir hastama tedavi başlarken, hastam bana bu hastalıktan dolayı mı kilo aldığını sordu. Hâlbuki kilo vermiş olmasını beklerdim.

 

Mantık, tıpta her zaman işlemiyor. Seneler önce, Cerrahpaşa’da okurken ortopedi sözlü sınavında sevgili hocam Prof.Dr. Murat Hız’la ilgili bir anımı da bu araya sıkıştırayım. Hoca bizi grup grup alıyordu, bizden önceki tüm grubu bütünlemeye bırakmıştı; kitapta olmayan sorular soruyordu. Ben, ilk birkaç sorusunu cevaplayabilmiştim, son sorusu alçı dünyada en fazla nerede üretilir olmuştu. Ben de mantık yürüterek, eğer bu soruyu hoca sorduysa kesin Türkiye olmalı diye düşündüm ve “Türkiye” dedim. Hoca tabii ki tatmin olmayarak Türkiye’de nerede diye sordu, bu sefer de alçı nerede en fazla olabilir diye düşünürken “Pamukkale” deyiverdim. Hoca okkalı bir küfürle beni odadan çıkarttı, ama neyse ki yazılı sınavda tam puan aldığım için sınavı geçebildim.

Konumuza geri dönelim… Kadın doğumcularının ısrarlı baskılarıyla, artık havada uçan kuşa bile tiroid ilacı veriyor olsak da, bugün bahsedeceğim konu yaşlı popülasyonu ilgilendiriyor. Çalışma çift kör, randomize, plasebo kontrollü, paralel grupla yapılmış ve 65 yaş üzerinde, TSH’sı 4.6-19.9 arasında olup, serbest T4’ü normal olan 737 erişkin çalışmaya alınmış. 368 hastaya 50 μg levotiroksin verilmiş ve doz ayarlaması yapılmış, 369 hastaya da plasebo (içinde etkin madde bulunmayan ilaç) verilmiş. Ortalama yaşı 74.4, ortalama TSH’sı 6.4 olan bireylerin 1 . yıl sonunda aktif ilaç alanlarda TSH’sı 3.63’e gerilemiş, etkin ilaç almayanlarda ise değer 5.48’de kalmış, yani ilaç etkin. Ancak hipotiroide bağlı semptom skorunda ve yorgunluk skorunda bir değişiklik bulanamamıştır.

 

Sonuç

Eğer TSH’nız 4.6-19.9 arasında, serbest T4’ünüz normalse, levotiroksin sizin şikayetlerinize fayda sağlamayacaktır. Ancak bu çalışmanın neticesinde ilaç almayın veya ilacı kesin sonucunu çıkartmayın, zira bu durumda ilaç alıp almamanın kalp damar hastalığı riskini nasıl değiştirdiği araştırılmamıştır. Genellikle biz hekimler TSH 7.5 üzerindeyse ilaç başlarız, gebelikte ise bu sınırımız 2.5’a iner.

 

David J. Stott, et al. “Thyroid Hormone Therapy for Older Adults with Subclinical Hypothyroidism”. N Engl J Med 2017; 376:2534-2544June 29, 2017DOI: 10.1056/NEJMoa1603825

Her TSH Yüksekliği Tedavi Edilmeli Mi? için yorumlar kapalı

Filed under Endokrin Hastalıklar, Tiroid Hastalıkları

Gen Optimizasyonu ile Obezite Tedavi Edilebilir Mi?

Gen Optimizasyonu ile Obezite Tedavi Edilebilir

Genler ve bilgisayarlar birbirine benzemekle birlikte, genlerin dağılımı ve birbirleriyle etkileşimleri muazzam bir kombinasyon getiriyor. Her ne kadar vücudumuzla ilgili tüm olup bitenleri genlere bağlamamak gerekiyorsa da, bazılarımız genetik olarak o zaman dilimi ve coğrafya için şanslı, bazılarımız ise şanssız.

Neden Zaman Dilimi ve Coğrafya Şansı Belirliyor?

Bundan 150 önce doğduğunuzu düşünün, dünya savaşlar içinde kıvranıyor, şu anda hayat standartları en yüksek olan İskandinav ülkelerinde insanlar açlıktan kırılıyor. 1866 Finlandiya kıtlığında toplumun %15’i açlıktan ölüyor. Bu büyük açlık yıllarının etkisi kuşaklar boyunca da devam ediyor. İsveç’in Överkalix (https://goo.gl/maps/4MgkW) şehrinde yapılan çalışmada 1800, 1812, 1821, 1829, 1831-36 yıllarında hasat alınamadığı gözlenirken, yani açlık oluşurken, 1799, 1801, 1813-15, 1822, 1825-26, 1828, 1841, 1844, 1846, 1853, 1860-61, 1863, 1870, 1876, 1879 ve 1880 yıllarında bol hasat alınıyor. Yani insan hayatı bir bolluk, açlık döngüsü içinde devam ediyor. Açlık yıllarına yağ rezervi ile girmek için insanoğlu bolluk döneminde yemeğe yükleniyor. Bu durum genlerde yapısal değişikliği neden olmamakla birlikte, genin çalışmasını veya susmasını sağlayan epigenetik mekanizmayı etkiliyor.

Vücut Yağının İyi Rengi – Kahverengi

Vücudumuzda iki türlü yağ dokusu bulunmaktadır. Daha az sıklıkla duymuş olduğunuz kahverengi yağ dokusu miktarca da az bulunmaktadır. Bu dokunun özellikle soğuğa adaptasyon sağlamamızda etkili olduğu düşünülmektedir. Kahverengi yağ dokusunun çalışmasıyla (titremeden ısı oluşumu) sağlanmaktadır. Titremeden ısı oluşumu, yani fiziksel aktivite yapmaksızın enerji harcanmasıdır. Bu durum özellikle kas gücü ve hareket kabiliyeti kısıtlı yeni doğanlar için hayati bir önemi vardır. Bir de, tabi ki oturduğu yerden kilo vermek için de elzemdir.

Bu dokunun insanda olduğu düşünülmekteydi, ancak PET/CT’nin (pozitron emisyon tomografisi/ bilgisayarlı tomografi) hayatımıza girmesinden sonra, bu dokuların nerede bulunduklarını ve nasıl değiştiklerini daha iyi ölçer olduk.

Şu zamana kadar kahverengi yağ dokusunu (KYD) arttıran yegâne şeyin soğuk olduğunu biliyoruz. Akut (hızlı, kısa süreli) olarak soğuğa maruz kalma KYD aktivitesini arttırırken, uzun dönemli soğuğa maruz kalma da KYD hacmini arttırmaktadır.

Genler ve Kahverengi Yağ

İngilizce kafiyeli bir söz var: “Nature, or nurture?” Yani doğa mı bakım mı diye. Obezitenin nedenlerinden bir tanesi genler, ama daha çok nedeni ise aşırı beslenmek. Gen kısmından bakıldığında özellikle FTO ( fat mass and obesity associated protein) bölgesinin obeziteyle ilişkili olduğu gözleniyor.

Bu bölgede birkaç değişiklik olabiliyor. Bunlardan rs1421085’in TT olması (yani alelin timin, timin olmas)ı iyi iken, CC olması risk aleli gösteriyor. Single nükleotid polimorfizmi ile ilgili biraz daha detay almak isterseniz https://burakuzel-md.com/2014/12/15/bir-word-belgesi-gibi-genlerimizi-duzeltmek-mumkun-mu/ yazımı okumanızı tavsiye ederim.

Rs1421085 TT olanlarda ARID5B arttıkça, IRX3 ve IRX5 seviyeleri azalıyor. IRX3 ve IRX5 seviyelerinin azalması termogenezi, yani sıcaklık yapımını ve tabi ki enerji harcanmasını arttırıyor.

IRX3 ve IRX5 arttıkça ise termogenez azalıyor. Farelerde eğer IRX3 ve IRX5 geni kapatılırsa, bu fareler fazla yağlı diyete rağmen kilo almıyorlar ve sabah ve akşam enerji tüketimi artıyor, oksijen tüketimi artıyor.

Rs1421085’i CC olan yani risk aleli olanlarda ise ARID5B artımı IRX seviyelerini etkilemiyor. Eğer bu risk aleli, normale CRISPR-Cas9 ile geri döndürülürse, yani genler bu yeni yöntemle değiştirilirse ARID5B artımı ile IRX3 ve 5 seviyeleri azalıyor.

Obeziteye Gen Tedavisi Mümkün Mü?

Yukarda bahsettiğim gibi eğer riskli aleliniz varsa gelecek yıllarda bu alelinizi CRISPR-Cas9 sistemi ile değiştirmeniz mümkün olacak gibi duruyor. Risk alelinizin olup olmadığını nasıl anlayacağım diye soracak olursanız, aslında bir parça tükürükle gen haritanız çıkarılabiliyor.

Son Söz

Obezite için nasılsa genetiktir, genetiği değiştirilmiş organizma nasıl olabilirim diye fazla kafayı yormayın, az yiyin, çok yürüyün, bu ikisini de sevin.

https://en.wikipedia.org/wiki/Finnish_famine_of_1866%E2%80%9368

http://www.nature.com/ejhg/journal/v10/n11/full/5200859a.html

http://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMoa1502214

Gen Optimizasyonu ile Obezite Tedavi Edilebilir Mi? için yorumlar kapalı

Filed under Endokrin Hastalıklar, Genel Sağlık

5 Soruda Poli-Kistik Over Sendromu

Copyright Dr. Burak Uzel

Copyright Dr. Burak Uzel

Kadın doğumcular (uzmanları) ile birlikte takip ettiğimiz hastalıkların başında polikistik over (yumurtalık) sendromu gelmektedir. Muhtemelen çoğunuz bu hastalığı duymuşsunuzdur ve azımsanmayacak kadarınız da bunu yaşıyorsunuzdur. Doğurganlık çağındaki kadınların %4-6’sında polikistik over sendromu bulunmaktadır.

  1. PKOS’um Var Hamile Kalabilir Miyim?

Evet kalabilirsiniz. PKOS’um var diye doğum kontrol yöntemlerini bırakıp planlanmamış bebek sahibi olanları da görmekteyiz. Özellikle gebe kalmak isteyenler de, morallerini bozmasın olsalık azalmış olmakla birlikte gebelik sağlanabilmektedir.

  1. Kistler Kaybolsa Hastalık Geçer Mi?

Kistler hastalığın nedeni değil, hastalığın sonucudur. Her kadın yumurtalıklarında belirli sayıda yumurtayla doğar ve her mens döneminde bunlardan bir tanesi olgun yumurtaya dönüşür; PKOS’da yumurtaların olgunluğa geçmesinde bir engel vardır, ancak buna neyin sebep olduğu bilinmemektedir.

  1. PKOS’u Olanlarda Ne Şikayet Olur?

Adet düzensizlikleri, adet görememe, fonksiyonel olmayan kanama %30,

Obezite %40-50,

Erkeksi özellikler ( tüylenmede artış %50, yağlı cilt, saçta erkek tipi dökülme, seste kalınlaşma),

Yumurtalıklarda çok sayıda kist olması,

İnsülin direnci,

Endometriyumda (rahimin içinde)kalınlaşma ile karakterize bir hastalıktır. Hastaların %20’si normal adet görmektedir.

  1. Tedavi Olabilir Miyim?

Bu hastalığın nedeninin, normal bir siklusda dalgalanması gereken östrojen, testeron ve lüteinizan hormonların izafi ve sürekli olarak yüksek olması olduğu düşünülmektedir. Ayrıca bu hastalarda insülin direnci ve insülin fazlalığı da vardır. Bu nedenle kilo vermenin önerilmesinin yanında, insülin direncini kıran metformin de verilebilmektedir. Gebelik isteyenlerin Jinekologlarına başvurması gereklidir, bu yönde de tedavi uygulanmaktadır.

  1. PKOS Hayatımı Kısaltır Mı?

Erkeklik hormonu arttığı için tıpkı erkeklerde olduğu gibi kalp-damar hastalığı riski artabilmektedir. İnsülin direnci ise başlı başına Zaralı bir durumdur. PKOS ile meme kanseri, yumurtalık kanseri arasında ilişki yoktur, ancak endometriyum kanseri riski artmıştır.

Bu hastalığın kendisinde olduğunu düşünenlerin, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanına başvurmaları gerekmektedir.  Ayrıca İç Hastalıkları, Endokrinoloji  bölümüne de bu hastaların başvurması uygundur.

5 Soruda Poli-Kistik Over Sendromu için yorumlar kapalı

Filed under Endokrin Hastalıklar