Category Archives: Depresyon, Akıl ve Ruh

(Meme) Kanserinde Moral Uzun Yaşatıyor

Onkolojinin en saygın isimlerinden birisi olan ve aynı zamanda öğrencisi olma şansını yakaladığım sayın hocam Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, hastalarına ve bizlere kanserde moralin çok önemli olduğunu söyler. Bugün sizlere bahsedeceğim çalışma da hocamızın bu savını destekliyor.

Meta-analizler stresle ilişkili psikososyal faktörlerin ve düşük sağlık ilişkikili yaşam kalitesinin, kanserin daha kötü gitmesi ile ilişkikili olduğunu göstermiştir.

Eğer duygusal huzursuzluk düzeltilirse ve sosyal düzenleme, sağlık davranışları ve uyum iyileştirilirse, bağışıklık iyileşebilir ve hastalığın seyri, değişebilir.

Okumaya devam et

(Meme) Kanserinde Moral Uzun Yaşatıyor için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh, Kanser

İntern’lükten Hekimliğe Geçiş – Zor Şartlar ve Depresyon

 

Bugünkü yazımız biz doktorlarla ilgili. Geriye baktığımda ne çetrefilli yollardan geçtiğimi(zi), ne sıkıntılar yaşadığımı(zı) görüyorum. Doktorluk hiçbir memlekette kolay değil; mesleği öğrenmek, karar almak, kararları uygulamak, ve verilen kararların arkasında durmak ve tüm bunları insan gibi son derece değerli bir varlık için ve onun üstünde almak. Her insanı aileden biri gibi görmek, ancak herkese de eşit mesafede durmak. Tüm bunları düşündüğünüzde, bizlerin üzerindeki baskının ne kadar yüksek olduğu aşikar.

 

Gelelim Konumuza

 

Tıp fakültesinin son sınıf (6.sınıf) öğrencileri, kliniklerde stajyer doktor (intern) olarak çalışırlar. Bu dönem, mesleğe atılan ilk adımdır ve öğrenciliğin bittiği dönemdir. Bu dönemde yeni doktorlar uzun çalışma saatleri, uykusuz geçen süre fazlalığı, otonomi kaybı ve aşırı duygusal durumlarla karşılaşır (ayrıca Türkiye’de tıpta uzmanlık sınavı da ayrıca bir stres kaynağıdır). Tüm bunlar gözönüne alındığında deprsif semptomların normal halkta %4 olması, halbuki internlerde %7 ile %49 arasında olması şaşırtıcı değildir.

 

Bugünkü çalışmamız, depresyonu arttıracak yaşam stresi olan internlerde genetic serotonin transporter protein geni polimorfizmin (5-HTTLPR) katkısı araştırılmıştır. Çalışma prospektif yapılmış ve 749 intern katılmıştır. PHQ-9 depresyon skoru internlük sırasında 2.4 puan artmış ve ortalama 6.4 olmuştur. Depresif semptomları arttıran durumlar ise:

 

  • Kadın cinsiyet
  • Birleşik Devletlerde tıp eğitimi almak
  • Zor erken aile çevresi
  • Major depresyon hikayesi olmak
  • Düşük başlangıç depresif semptom skoru
  • Yüksek nörotisizm
  • Artmış çalışma saatleri
  • Tıbbi hata algısı
  • Stresli yaşam şartları
  • Transkibe edilen 5-HTTLPR allelinde en az bir kopya az olması

 

Srijan Sen, MD, PhD; Henry R. Kranzler, MD; John H. Krystal, MD; Heather Speller, MD; Grace Chan, PhD; Joel Gelernter, MD; Constance Guille, MD “A Prospective Cohort Study Investigating Factors Associated With Depression During Medical Internship”Arch Gen Psychiatry. 2010;67(6):557-565. 

 

 

İntern’lükten Hekimliğe Geçiş – Zor Şartlar ve Depresyon için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh

Böbrek Hastasıysanız da Depresyona Girmeyin

 

 

“Depresyona kim kendi isteğiyle girer ki?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Tabi ki kimse depresif olmak istemez. Bizi depresyona sokan en önemli nedenlerin başında sıkıntı (anksiete) gelmektedir. Hayat şartları zorlaştıkça, sıkıntı ve neden olduğu depresyon da artacakmış gibi görünüyor. Mamafih, bugünkü konumuz da olduğu gibi depresyon yaşam kalitesini azaltmıyor- var olan hastalığı da kötüleştiriyor. Açıkçası herhangi bir şikayet nedeniyle bana başvuran hastalarımda anksiete ve depresif durumu sık hissediyorum; hele kilo fazlası olan hastalarımda bu durum had safhaya çıkmakta ve duygusal yeme ile depresyon bastırılmaya çalışıldığını gözlüyorum. Benim hastalarıma depresyonla mücadele etmeleri için önerim, profesyonel destek almaları ve bunun yanında egzersiz yapmaları olmaktadır (egzersiz beyinde beta endorfinleri arttırmaktadır).

Gelelim çalışmamıza; bu çalışma diyaliz ihtiyacı olmayan kronik böbrek yetersizliği hastalarında depresif bozuklukların hastalığa nasıl etki ettiği araştırılmıştır.

Diyalize girmeyen 267 kronik böbrek yetersizliği hastası 2005-2006 tarihleri arasında çalışmaya alınmıştır. Diyalize başlama, hastaneye yatış ve ölüm riski ağır depresyonu olanlarda daha sık bulunmuştur.

Depresyon hayat kalitesini bozduğu gibi var olan hastalığı da daha ağırlaştırmaktadır.

S. Susan Hedayati, Abu T. Minhajuddin, Masoud Afshar, Robert D. Toto, Madhukar H. Trivedi, A. John Rush. “Association Between Major Depressive Episodes in Patients With Chronic Kidney Disease and Initiation of Dialysis, Hospitalization, or Death” JAMA. 2010;303(19):1946-1953.

Böbrek Hastasıysanız da Depresyona Girmeyin için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh

Hayattan Zevk Almıyor Musunuz? O Zaman Sakın Kalp Krizi Geçirmeyin

 

Başlık biraz garip oldu, değil mi? Bugünkü yazımız kalp krizi geçirenlerde yapılan bir çalışma. Depresyonun kalp hastalıkları açısından riski arttırdığı bilinmekteydi; ancak bunun nasıl olduğu anlaşılamamıştı. Ağır (major) depresyon tanısı koyabilmek için aşağıdakilerden en az bir tanesinin olması gerekmektedir:

  1. Bunalımlı ruh hali =  üzgünlük, bunalımda olduğunu belirtmek. Bu durum merkezi sinir sisteminde serotonerjik disfonksiyonla ilişkilidir.
  2. Belirgin olarak herşeyden ilginin ve zevkin azalması= anhedoni. Bu durum katekolaminerjik disfonksiyonla ilişkilidir.

 

Bu çalışma kalp krizi (akut koroner sendrom) geçiren hastalarda bunalımlı ruh hali ve anhedoni varlığı ile ölüm veya kalbe yönelik ciddi girişim ilişkisini araştırmıştır. Çalışma 2003-2005 yılları arasınd New Yok ve Connecticut’ta bulunan 3 üniversite hastanesinde yapılmış ve 453 hasta alınmıştır.

Yaş, cinsiyet, diğer hastalıklar hariç tutulduğunda hayattan zevk almamanın (anhedoni) kalp krizi sonrası gelişecek kalp hastalıkları ve ölüm riskini arttırdığı tesbit edilmişti (hazard

oranı, 1.58; %95güven aralığı, 1.16-2.14; p<.01).

Sonuç Olarak

Ne olursa olsun, hayata sıkı sıkı sarılmamız; ondan zevk almamız gerekiyor, öyle değil mi?

Karina W. Davidson, Matthew M. Burg, Ian M. Kronish, Daichi Shimbo, Lucia Dettenborn,

Roxana Mehran, David Vorchheimer, Lynn Clemow, Joseph E. Schwartz, Francois Lespe´rance, Nina Rieckmann. Association of Anhedonia With Recurrent Major

Adverse Cardiac Events and Mortality 1 Year After Acute Coronary Syndrome”

Arch Gen Psychiatry. 2010;67(5):480-488

Hayattan Zevk Almıyor Musunuz? O Zaman Sakın Kalp Krizi Geçirmeyin için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh

Barsaklarınız Huzursuz mu?

 

Günlük hayatta stres sıkıntı arttıkça, sindirim sistemi de bu sıkıntılaran nasibini almakta. Bugünkü konumuz, yine sıklıkla gördüğüm bir hastalık: huzursuz barsak sendromu – eski ismiyle spastik kolit.

Huzursuz Barsak Sendromu Olduğumu Nasıl Anlarım?

Son 12 ayın en az 12 haftasında karın ağrısı veya karında rahatsızlık hissi varsa (12 hafta artarda olması gerekmemektedir) huzursuz barsak sendromu hastalığı olabilir.

Ayrıca:

Barsak hareket ettikçe bu karın ağrısı/rahatsılığının geçmesi

Şikayetler başladığında barsak hareketlerinin sıklığında değişim olması

Şikayetler başladığında büyük abdestin şeklinde değişiklik olması gerekmektedir.

Acil tuvalate çıkma hissi

Büyük abdestin geçişinde zorluk

Büyük abdestte sümüksü maddeler

Gaz ve şişkinlik hissi

Hangi Şikayetler Olduğunda Başka Hastalıklar Düşünülmeli?

Kanama

Ateş

Kilo Kaybı

Sürekli şiddetli karın ağrısı varsa, muhtemelen huzursuz barsak sendromu değilsinizdir.

Ne Zaman Huzursuz Barsak Sendromunun Şikayetleri Artar?

Fazla yemek

Kalın barsaktaki gaz

Bazı ilaçlar

Buğday

Çavdar

Arpa

Çikolata

Süt ürünleri

Alkol

Kafeinli içecekler

Çay

Stres, sıkıntı

Adet dönemleri

Bu Şikayetlerim Var Ne Yapmalıyım?

Yukardaki şikayetleriniz varsa hekiminizin sizi görmesi gereklidir; çünkü huzursuz barsak sendromu tanısı için diğer hastalıkların (kanser vb) dışlanması gerekmektedir.

http://digestive.niddk.nih.gov/ddiseases/pubs/ibs/

Barsaklarınız Huzursuz mu? için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh

Çikolata

Çikolatının genel kanı olarak kendimizi iyi hissettirdiğini biliriz, ancak bu konuyla ilgili bu zamana kadar güçlü bilimsel kanıtlar bugün sizlerle paylaşacağım çalışmaya kadar yoktu.

Çalışmaya 1018 erişkin katılmış ve bu bireylerde depresyon taraması ve çikolata tüketimleri araştırılmış.

Aylık Çikolata Tüketimi

Depresyon taraması negatif olanlar 5.4 porsiyon
Depresyon taraması pozitif olanlar 8.4 porsiyon
Depresyon taraması şiddetli poozitif olanlar 11.8 porsiyon

Daha önce birkaç kez bahsettiğimiz ödül yolu bizlere neler yaptırıyor, değil mi?

Natalie Rose, MD; Sabrina Koperski, BS; Beatrice A. Golomb, MD, PhD “Mood Food Chocolate and Depressive Symptoms in a Cross-sectional Analysis “ Arch Intern Med. 2010;170(8):699-703.

Çikolata için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh

Gizli Silahımız: Psikolojik Bağışıklık Sistemi

Dünyanın sonunun geldiğini düşündüğünüz zamanlar olmuştur hayatta, ama ertesi gün bir bakarsınız ki tekrar umut doğmuştur, kara bulutlar yerini güneşli, açık mavi bir havaya bırakmıştır. Peki, hislerimizdeki ani sayılabilecek bu değişim nasıl oluyor?

Harvard Üniversitesinden Daniel T. Gilbert ve arkadaşlarının 1998 yılında yayınladığı çalışma, bu şaşırtıcı mekanizmayı bizlere açıklıyor. Çalışmanın kurgusu şu şekilde:

Bir iş görüşmesine geldiniz ve mülakat esnasında bir biriyle alakasız birçok soru arasında eğer işe giremezseniz nasıl hissedeceğiniz size soruluyor. Tabii ki girilecek herhangi bir iş yok, ama yine de size işe alınamadığınız beyan ediliyor ve üstü kapalı nasıl hissettiğiniz soruluyor…

Çalışmada, bu iş görüşmesinin bir gruba bir kişi tarafından değerlendirlildiğinin, öbür gruba da üç kişi tarafından değerlendirldiği söylenmiştir. Bunun yapılmasının nedeni, bir kişinin reddetmesinin aday tarafından kabullenmesinin daha kolay olacağının düşünülmesi, ancak üç kişi tarafından reddedilmenin hazmının daha zor olacağının düşünülmesidir.

Ve Sonuçlar

Adaya, mülakatın başında eğer red edilirseniz kendinizi ne kadar kötü hissedeceksiniz sorulduğunda, 1’den 10 kadar notlamada eksi 2 puan kötü hissediceklerini belirtmişlerdir.

Bir kişinin adayı değerlendirdiği grupta, red edilmenin hemen sonrasında aday sadece 0.4 kötü hissetmiş, 10 dakika sonra ise deney öncesi mutluluğuna geri dönmüştür.

Üç kişinin adayı değelendirdiği grupta ise, işler bir kişinin red etmesi kadar kolay olmamış, red edilmenin hmene sonrasında 0.68 puanlık bir düşüş varken, 10 dakika sonrasında 1.25 puanlık bir düşüş söz konusu olmuş. Her iki durumda psikolojik bağışıklık sistemi çalışmış, fakat ikinci durumda biraz zorlanmıştır. Ancak her halükarda, iki grup da düşündükleri kadar kendilerini kötü hissetmemişlerdir.

Psikolojik bağışıklık sistemimizi farketmemizin muhtemel nedeni, sürekli çalışmasıdır. Bilinçaltımız, iyi hissetmemiz için bazı önemli gerçekleri unutmamızı sağlamaktadır; örneğin giremediğimiz işi ne kadar istediğimizi, bizi terkeden arkadaşımızı ne kadar sevdiğimizi veya yere düşürdüğümüz dondurmadan ne kadar keyif aldığımızı bize unutturmaktadır.

Gilbert, Daniel T.; Pinel, Elizabeth C.; Wilson, Timothy D.; Blumberg, Stephen J.; Wheatley, Thalia P. “Immune neglect: A source of durability bias in affective forecasting. “Journal of Personality and Social Psychology. Vol 75(3), Sep 1998, 617-638.

Gizli Silahımız: Psikolojik Bağışıklık Sistemi için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh

Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Aynı anda hem çok aç hem de yalnız olsanız, öncelikle hangi ihtiyacınızı giderirdiniz? Bu sorunun cevabı Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde bulunabilir. Bir seviyedeki ihtiyaçları tatmin ettikten sonra bir sonraki seviyeye geçeriz. İşte bu seviyeler:

SEVİYE 1 FİZYOLOJİK İHTİYAÇLAR: Yemek, su, cinsellik ve uyku.
Evsiz ve işsiz olan insanlar her şeyden önce fizyolojik ihtiyaçlarını gidermekle ilgilenir. Seviye 2’ye geçmeden önce bu temel ihytiyaçlarımızı tatmin etmeliyiz.

SEVİYE 2 GÜVENLİK İHTİYACI: Tehlikelerden korunma.
Suç oranı yüksek, tehlikeli mahallelerde yaşayan insanlar güvenlik ihtiyaçlarını gidermekle ilgilenir. Emin ve güvenli bir şekilde yaşamanın bir yolunu bulduktan sonra seviye 3’e geçeriz

SEVİYE 3 SEVGİ VE AİT OLMA İHTİYACI: Başkalarıyla bağlantı kurma, başkaları tarafından kabul edilme.
Ciddi ilişkiler oluşturmaya başlayan ergenler ve genç yetişkinler, özellikle sevgi ve ait olma ihtiyaçlarını gidermekle ilgilenir. Sevgi ve ait olma ihtiyacı giderildikten sonra seviye 4’e geçeriz.

SEVİYE 4 SAYGI İHTİYAÇLARI: Başarı, yeterlilik, onay ve tasdik kazanma. kalarıyla bağlantı kurma, başkaları tarafından kabul edilme.

İnsanlar erken ve orta yetişkinlik dönemlerinde hedeflerine ulaşma ve kariyerlerini kurma konusuyla özellikle ilgilidir. Kişisel başarı ve sosyal kabul edilmişliği elde edecek becerileri kazandıkça enerjimizi seviye 5’e yöneltiriz.

SEVİYE 5 KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME: Kişinin kendine has potansiyeli yaşaması. Kendi gerçek potansiyelimize ulaşma yolunda engellerle karşılaşırsak hayal kırıklığı yaşarız. Örneğin, işletme konusunda master yapıyorsanız ama gerçek ilginiz ve yeteneğiniz müzikse kendinizi gerçekleştirme ihtiyitacımız tatminsiz kalabilir.

Maslow’a göre en büyük ihtiyaç, eşsiz birer insan olarak potansiyelimizi geliştirmeyi ve ona ulaşmayı içeren, kişinin kendisini gerçekleştirmesidir.

*Rod Plotnik. “Psikolojiye Giriş”Kaknüs Yayınları. 2007. s 333.

Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh

Panik Atağın Şifresi

Panik atağın nedeni son zamanlara kadar bilinmemekteydi. Bu ataklar, hem hastanın kendisini, hem de yakınlarını dehşete düşürmektedir. Panik huzursuzluğun patofizyolojisinde, hiperaktif bir boğulma cevabı ve heyecanın bastırılmasındaki bozukluk yatmaktadır. Beyindeki bu sistemler, gamma aminobutirik asid (GABA) nörotransmitterini kullanmaktadır.

Bu çalışmada araştırmacılar, beyinde uyarılma, uyanıklık, tetikte olma ve sempatetik sinir sisteminin düzenleyen bölgesinden salgılanan orexin (hipokretin) isimli maddeyi incelemişlerdir.

Sonuç olarak bu bölge (dorsomedial-perifornikal ve lateral hipotalamus), farelerde “savaş veya kaç” cevabını vermekte, insanda ise panik benzeri yanıt yaratmaktadır. İntihar eğilimi olan 53 hastanın (BOS) incelenmesinde, orexin seviyeleri panik huzursuzluğu olanlarda daha yüksek bulunmuştur.

*Philip L Johnson, William Truitt, Stephanie D Fitz, Pamela E Minick, Amy Dietrich, Sonal Sanghani, Lil Träskman-Bendz, Andrew W Goddard, Lena Brundin & Anantha Shekhar. “A key role for orexin in panic anxiety”. Nat Med 2010 Jan 16:111

Panik Atağın Şifresi için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh

Tavuk Mu Yumurta Mı / Obezite Mi Depresyon Mu?

Archives of General Psychiatry * dergisinin bu ayki sayısında yayınlanan çalışma, 58547 kişinin dahil edildiği 15 çalışmanın meta-analizini yapmakta.

Başlangıçta obez olanlarda (vücut kitle indeksi >30, kendi vücut kitle indeksinizi hesap etmek için http://drburakuzel.com/?s=vucut_kitle_indexi ) depresyon gelişme riski daha yüksek bulunmuştur. Bu ilişki 20 yaş üzerindeki erişkinlerde belirginken, 20 yaş altındaki bireylerde istatistiksel olarak anlamlı değildir.

Şaşırtıcı olmayan başka bir bulgu da, depresyon obezite gelişme riskini arttırmaktadır.

Floriana S. Luppino, MD; Leonore M. de Wit, MS; Paul F. Bouvy, MD, PhD; Theo Stijnen, PhD; Pim Cuijpers, PhD; Brenda W. J. H. Penninx, PhD; Frans G. Zitman, MD, PhD. “Overweight, Obesity, and Depression A Systematic Review and Meta-analysis of Longitudinal Studies” Arch Gen Psychiatry. 2010;67(3):220-229.

Tavuk Mu Yumurta Mı / Obezite Mi Depresyon Mu? için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh, Şeker Hastalığı (Diyabet)

Kendimizi Nasıl Kandırırız?

Teorik olarak kendimiz dahil kimseye yalan söylememeliyiz değil mi? Ama bu koşul he zaman gerçekleşmeyebilir; Quattrone ve Trevsky*’in araştırdığı konu da bu soru.

Deney

“Atletizmin psikolojik ve tıbbi etkileri”ni araştıran bir deneye katılmaya karar verdiniz. Bu deney, tabi ki bunu araştırmıyor; araştırmacılar kolunuzu soğuk suyun altında tutma sürenizin ne kadar sağlıklı olduğunuzun göstergesi olduğuna sizi inandırmaya çalışıyor. Yani, “ne kadar uzun süre kolunuzu tutarsanız, o derecede sağlıklısınız” savı size empoze edilmeye çalışılıyor. Bakalım nasıl kendinizi kandıracaksınız?

İlk önce katılımcıların, kollarını soğuk suyun altında dayanabileceklerinin maksimumunda tutmaları istenir. Su oldukça soğuktur ve insanlar 30 veya 40 saniye dayanabilirler. Daha sonra katılımcıların gerçekten de atletizm çalışmasına katıldıklarını düşündürecek çeşitli görevler verilir. Egzersiz bisikletine konulurlar, sonra kalp tipi ve yaşam beklentisi arasındaki ilişkiyi anlatan bir derse katılırlar. İki çeşit kalp olduğu söylenir:

Tip I kalp: kötü sağlıkla, kısa yaşam süresi ile ve kalp hastalığı ile ilişkili.
Tip II kalp: iyi sağlıkla, uzun yaşam beklentisi ve düşük kalp hastalığı riski ile ilişkili.

Katılımcıların yarısına tip II kalbi (yani daha iyi daha sağlıklı olduğu iddia edilen) olanların, egzersiz sonrası soğuk suya daha fazla dayanabildiği, diğer yarısına ise daha az dayanabildikleri söylenmiş. Tabi ki, tüm bunlar katılımcıların soğuk suya dayanma sürelerinin sağlıklarını test ettiğini düşünmelerini sağlamaktır.

Şimdi test zamanı: başlangıçta gördüğünüz grafik tüm sonuçları özetliyor.

Gördüğünüz gibi soğuğa dayanıklılığın, iyi sağlığın belirtisi olduğu söylenilen grup, bir anda soğuğa daha fazla dayanmaya başlıyor.

Soğuğa dayanıklılığın, kötü sağlığın belirtisi olduğu söylenilen grup ise, bir anda soğuğa daha az dayanıyor.

Bu insanlar, gerçekten kendilerini veya araştırmacıları kandırdılar mı? Yoksa kendileri de bu yalan kandılar mı?

Her katılımcıya suda tutma miktarlarını bilerek değiştirip değiştirmedikleri sorulmuştur. 38 katılımcının 29’u inkar etmiş, 9’u da suyun sıcaklığının değiştiğini bahane ederek itiraf etmişlerdir. Suyun sıcaklığı değişmemekle birlikte, kişiler kendilerini kandırmış olmalarıyla doğrudan yüzleşememeleridir.

Dünkü çalışmayı hatırladınız değil mi?

*Quattrone George A, Tversky Amos “Causal versus diagnostic contingencies: On self-deception and on the voter’s illusion.” Journal of Personality and Social Psychology. Vol 46(2), Feb 1984, 237-248

**Bu yazı “http://www.spring.org.uk/2009/10/the-truth-about-self-deception.php” sitesinden kısaltılarak yazılmıştır.

Kendimizi Nasıl Kandırırız? için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh

Ödül Yoksunluğu Sendromu – Bağımlılığa Giden Yol

Günaydın,

Geçen ay yazmış olduğum bu yazı dizisini, konunun önemi nedeniyle ve aramıza yeni katılanların bu yazıyı okumamış olduğunu düşünerek tekrar yayınlıyorum.

Sigara, şişmanlık, işkoliklik acaba bunların hepsi aynı mekanizma sonucu mu oluşuyor? Sorunun cevabı ise muhtemelen evet. Bahsi geçen bağımlılıklar (ve bahsi geçmeyen alkol, madde, kumar, seks, bağımlılıkları, risk alıcı davranışlar, ADHD, Tourette Sendromu) eskiden bilindiği gibi sadece kötü seçimler-kötü arkadaş grubu-kötü çocukluk çağının sonuçları olmadığı yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Nasıl mı? O zaman beynimizin içine bakıp, nasıl çalıştığını anlamamız gerekiyor. Önce arkanıza yaslanın ve rahatlayın… Derin nefesler alın…

Beynimizin Zevkleri ve Ödüllleri

Ödül yolunun temel görevi sağkalmamız için gerekli davranışları yaparken iyi hissetmemizi sağlamaktır. Bu faydalı davranışlar yemek yemek, içmek ve seks yapmaktır.

Ödül yolu aynı zamanda beynin diğer önemli bölgeleriyle de bağlantılıdır. Bu bağlantılar ödül yolunun vücudumuzun dışında neler olup bittiği hakkında bilgi toplamasını sağlamaktadır (bilim kurgu filmleri gibi değil mi?…). Bu bağlantılar, aynı zamanda istenilen davranışların yapılmasını da güçlendirmektedir.

Ödül yolu nasıl mı çalışıyor? Bütün gün aç kaldığınızı ve bir arkadaşınızın size harika bir hamburger getirdiğini düşünün. Beş duyunuz etrafınızdaki bilgileri alır ve beyninize önünüzde mis gibi kokan, yumuşacık bir hamburgerin olduğunu iletir.

Beyninizin diğer bölümünde, eğer hamburgeri yerseniz artık aç olmayacağınız ve iyi hissedeceğiniz anısı depolanmıştır. Bu bilgi sonucunda beyniniz, vücudunuza hamburgeri alıp yemesini emreder.

Beş duyu, vücudun lezzetli yemek yediğini ve midenin dolduğunu beyne bildirdiğinde, ödül yolundaki özel nöronlar dopamin adlı kimyasalı salgılar. Dopaminin salgılanması kısa süreli haz şoku verir. Bu haz, hamburgerin ödülüdür.

Ek olarak, ödül yolu, yararlı davranışla sizi iyi hissettirmesi yanında, bu davranışı her ne zaman mümkünse tekrar etmenizi sağlamaktadır. Bunu beynin anı ve davranışını kontrol eden bölgelerine bağlanarak yapmaktadır.

Ödül yolu anıları saklayan beyin bölgesine sinyal gönderdiğinde, beyin yemek yemenin sizi iyi hissettirdiği anısı yaratır. Bu anı da tekrar yeme olasılığınızı arttıracaktır.

Ödül yolu beynin motor merkezine sinyal gönderdiğinde, ödülü almak için gerekli davranışları size yaptıracaktır. Hamburger örneğinde gerekli davranılar ise, masadan hamburgeri almak, ısırmak ve yutmaktır.

Ödül yolunun şok şeklinde haz vermesinin nedeni sağkalım için gerekli davranışların tekrarını sağlamaktır.

Beynimizin ödül bölgesi nasıl yemek yiyince haz şoku veriyorsa, sosyal etkileşimlerimiz ve çevresel durumumuz da benzer etki göstermektedir. Eğer iyi bir işiniz, iş arkadaşlarınızla güzel ilişkileriniz varsa ve size saygı duyuluyorsa iyi hissediyorsunuzdur. Diğer yandan, işinizde sıkılıyor ve iş arkadaşlarınız tarfından saygı görmüyorsanız, ödül yolu uyarılmıyor demektir.

Bireyler sosyal çevrelerinden yeterli miktarda doğal ödül alamıyorlarsa, ilgilenilmeyen ödül yolunu ilaçlar ve diğer şeylerle uyarmaya daha yatkınlardır.

Bağımlılığa Giden Yol

Bağımlılığa giden yolda genetik yatkınlığın yanı sıra, bağımlılığa neden olan olayların (ödül yolunun ilgisiz-uyarısız kalarak doğal olmayan başka şeylerle kendini beslemesi gibi) çocukluk, gençlik çağında başlaması da önemlidir. Bunun nedeni çocukların ve gençlerin risk almaktaki hevesleri ve beynin tam olarak gelişmemesidir. Örneğin, alkol alımı 13 yaşında başlarsa alkolik olma olasılığı %43 iken, 21 yaşından sonra başlarsa %10 civarındadır. Ancak tek bağımlılık alkol veya madde değildir; toplum ve birey sağlığını en fazla tehdit eden iki bağımlılık çok iyi bilinen sigara ve bağımlılık olduğu çoğu zaman farkedilmeyen yeme bağımlılığıdır.

Yeme Bağımlılığı ve Şişmanlık

Yemek yemek doğal bir ödüldür, ancak doğal olan bu ödül, kullanımına bağlı olarak normal dışı bir ödül olarak da kullanılabilir.

Yazının başında hatırlarsanız, ödül yolu, istediği davranış olduğu zaman kısa süreli dopamin salgılayıp şok hazzı ödülü vermekteydi. Bu noktada unutulmaması gereken şey, ödül yolunun verdiği hazzın “şok”, yani ani ve kısa süreli olmasıdır.

Kendinizi iyi hissetmediğinizde, saygı duyulmadığınızı, sevilmediğinizi, değersiz hissettiğiniz ve mutsuz olduğunuz bir zamanda, eğer bu duygularınızı bastırmak ve iyi hissetmek için yemek yerseniz, ödül yolu size şok şeklinde hazzı verecek, bu anı belleğe kaydedecek ve aynı davranışı yinelemeniz için sizi zorlayacaktır. Bu yolu birkaç kez kullandıktan sonra, ödül yolunun verdiği şok hazzı, kısa süreli olduğu ve bu sürenin uzamasını istediğiniz için, ödül dozunu arttırmanız gerekecektir.

Başa dönecek olursak,  kaldığınızda sizi yemek yiyince mutlu olacağınızı hatırlatan ve yemenizi emreden ödül yolu, artık MUTSUZ olduğunuzda, haz şokunun daha uzun süreli olması için AŞIRI yemek yemenizi sağlayacaktır. Bu kısa devre, bilince uğramadan uygulandığı için, kişinin aşırı yemekten sonra buzdolabının kapısında ben ne yaptım pişmanlığıyla son bulması kaçınılmazdır.

Bu kısır döngü, yani mutlu olmak için yemek yemek, aşırı yemekten sonra pişmanlık ve suçluluk hissi ile mutsuz olmak, mutsuz olduğu için yine aşırı yemek, sürekli devam edecek, vücut şişmanlayacak, kişinin bedenine sevgisi azalacak, bu da mutsuzluğu daha da arttıracaktır.

Ödül Yoksunluğu Sendromu – Bağımlılığa Giden Yol için yorumlar kapalı

Filed under Depresyon, Akıl ve Ruh