Günler geceleri, geceler günleri takip ediyordu. Hayatta kendisinin bir amacı var mıydı? Hayatın bir anlamı var mıydı? Ağaçlar ilkbaharda çiçek açardı, yaprakları yeşillenirdi, sonra meyve verir, sonbahar olduğunda yaprakları kurur, kışı yalnız ve çıplak olarak beklerdi. Ağaçtan beklenti buydu, ya kendisinden beklenti neydi. Çocuklar büyümüş, iyi kötü kendileri idame ettirebiliyordu. Torun desen, çocuk bağırtısına artık dayanamıyordu, gücü elvermiyordu, yüreği darlanıyordu nedense.
-“Gündüzden aydınlık olması beklenir, geceden de karanlık, ama neden ben gündüzleri perdeleri kapatıp, geceleri ışıkları yakıyorum” diye düşünürdü. “Neden akıntıya karşı kürek çekiyorum da doğaya boyun eğmiyorum?”. Hastalık da böyle birşeydi, hasta olmuştu ve hasta olarak ölmeliydi. Ölmeliydi de, ölmek de katiyetle istemiyordu; derinden korkuyordu. Toprağın bahar yağmurundan sonraki kokusuna benzemiyordu mezar için yeni kazılmış toprağın kokusu. Külçe gibiydi ruhu bedeninden ayrılmış annesinin bedeni, kefenin içinde mezarda bir yanına çevrilirken. Yüreğindeki güvercin yine kanat çırpmaya başlamıştı, çaresiz hissediyordu, acz içindeydi. Kaçmak ve kopmak istiyordu, ellerine başına koyup çığlık atmak ve kurtulmak istiyordu. Ama mümkün değildi, misina gibi ince ve görünmez ipler hem bedenini sabitliyor, hem de ağzını açmasına engel oluyordu; boğuluyordu. Panik içindeydi, ölümün çürümüş kokusu genzini yakıyordu, kara zebaniler göğsüne oturmuş, boğazını sıkıyorlardı. Tek yapabildiği ağlamak ve çırpınmaktı; yardım istiyordu, birileri ona yardım etmeliydi. Derin derin nefes alıyordu, göğsü kalkıp iniyordu, sanki on kilometre koşmuş gibiydi. Geriye kalan tüm kasları kasılmıştı, tırnakları avcuna batmaktaydı, birazdan kan fışkıracaktı sanki. Delirecek gibi hissediyordu, sonu gelmeyen bir boğulma haliydi bu…
Kendine geldiğinde, bir hastanenin acil servisindeydi; her yanı ağrıyordu, avuçlarına kan oturmuştu. Bir kolunda kanül vardı, tepedeki serum poşetinden plastik boruyla sıvı akıyordu damarının içine.
-“Tilkinin dönüp, dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanı” diye mırıldandı. Kızı acil servisin kapısındaki sandalyede uyukluyordu. Şafak vakti, hastaneler pek bir hüzünlü olurdu, yanlızlık değirmen taşıydı geceyi öğüten ve unufak eden. Kendi ruhu da paramparçaydı, ama kızının ruhu nasıldı? Korkuyordu, kızına soramıyordu nasıl olduğunu. Bencildi projesi, sadece kendisini yakmayı planlarken, ailecek batıyorlardı. Kızında kocasıyla ilgili problemler başlamıştı, kendi hastalığı ve sürekli acillere-hastanelerine taşınmaları yüzünden.
(devam edecek)