Ölmeyi Öğrenen Hücreler -5

Sabah uyandığımda, vücudumun her yeri ağrıyordu. Güç bela ağzıma birşeyler soktum. Yüzümün karanlığı, The Crow filmindeki Brandon Lee gibiydi, kimse benle konuşamıyordu. Kardeşim yanımdan geçerken gözlerini yere çevirmek zorunda kalmıştı. Omuzlarım aşağıda arabaya indim, annem bile durumumdan etkilenmiş, sadece susup beklemek zorunda kalmıştı.

 

Arabayı parkettim, yine sol bacağım uyuşmuştu. Buralarda bir park levhası vardı diye düşünürken, kafamı yine park edilmez tabelasına çarpmayı başarmıştım. Soğuk öfkem, sıcak bir lav topuna dönüşmüştü, o direği ve o direği oraya dikeni paramparça etmek istiyordum. Direğe bir tekme savurdum ve artık hem başım, hem kasığım hem de ayağım ağrımaya başlamıştı. Annem şaşkınlıkla beni izliyordu. Bir an durdum, kendimi gözlükçünün ışıltılı vitrinindeki yansımamdan gördüm ve gülmeye başladım.

 

Ne demişti Jane Fonda abla jimnastik öğretirken: “No pain, no gain”.

 

Bugünkü tedavi ilki gibi uzun sürmeyecekti. İlk önce kan sayımı yapılmak için kan alınırken, tedavi için boş bir serum da takıldı. Kan sayımımda her hangi bir problem yoktu. Neyse ki çok fazla da bulantım olmuyordu, halsizliğim de bir nebze azalmaya başlamıştı.

 

Salı günü işe gittiğimde, millet beni gördüğüne çok şaşırmıştı. Bence iki şey onları rahatsız ediyordu: ilki bu hastalığın onlara bulaşacağından korkuyorlardı, ikincisi ise bana uygulanan kemonun onlara nüfuz edeceğini düşünüyorlardı. Hiçbir şey olmamışçasına yürüyüşüme devam edip, açık ofisdeki boxuma ulaştım. Bilgisayarımı açtım; elif1980 şifremi değiştirmem gerekiyordu, wallpaperdaki tatil fotoğrafımızın dijital ortamda sararıp solmasını da bekleyemezdim.

 

-“Adamım, nasıl gitti kemo? O kadar mesaj attım, insan bir haber verir.”

 

-“Müdür” dedim usulca. “Ben bu işin ta aq. Hayatım acıklı Türk filmine döndü, tek fark saçlar unlanmayacak, fakat dökülecek.”

 

-“Neden wallpaper’ındaki Elif’in fotoğrafını kaldırp yerine Windows’un otlağını koydun adamım?”

 

-“Yavııııızz, Ya-vız” dedim. “Boşgeç müdür, boşgeç.”

 

-“Sen bırak o işleri de, neler oluyor alemde anlat bakalım? Namım yürüdü mü, bu bir? Komutan ne yapıyor, bu da iki?” dedim.

 

-“Herkes seni merak ediyor. Bu aralar da işe gelmeni pek beklemiyorduk doğrusu.”

 

Bu noktada gizemli ve özlü bir söz söylemem gerektiğini hissediyordum, bu aforizma bunca yaşanmışlığın özeti, bir nev’i özgürlük bildirgesi olmalıydı. Abraham Lincoln gibi sakalımı sıvazladım, ki işe ilk kez sakalımı kesmeyi unutarak gelmiştim ve ağzımdan şu cümle ortama saçıldı:

 

-“Adam olacak çocuk, şeyinden belli olurmuş”.

 

Çok da uygun olmadı galiba diye düşünüp, döner koltuğumla arkama döndüğümde Yavuz’un yanında Berna komutanı gördüm. Yüzüm azcık kızarırken, midem de bulanmaya başlamıştı.

 

-“Nasılsınız Berna Hanım?”derken ayaklarının dibine kusmamak için kendimi zor tutuyordum. Erkeklik yapıp, nasılsa bana birşey olmaz diye bulantı hapını yutmamıştım. Elimi cebime bulantı hapı bulurum umuduyla attım, fakat garip koyu kıvamlı bir şey elime bulaştı. Bu da nedir diye elimi kaldırdığımda kırmızı renkte olduğunu gördüm.

 

-“Kanıyor!” diye bağıran Berna Hanım bir anda olduğu yere boş bir çuvalmış gibi çöktü. Galiba komutanı kan tutuyordu.

 

İşe gelişimin ilk dakikalarında ortama adrenalin pompalamayı başarmıştım. Evde ketçap bittiği için McDonalds’daki ketçap poşetini cebime atıp unutmam ve onun da cebimde patlaması son nokta olmuştu. Kokoş arkadaşlarım köklerindeki nefis Boğaziçi kolonyasını unuttuğundan ve tabi ki de ortamda soğan, sarımsak bulunmadığından, Berna Hanımı ayıltma görevi Gucci Rush’a kalmıştı. Rush’ın ağır şekerli kokusu, ketçaplı bir el, o ele bağlı kemolu bir kafa ve bayılan bir müdür, yanında güvenlikle tam bir absürd komedi sahnesinde gibiydik.

 

Bu sahnede background bir müzik olmalıydı diye düşündüm:

 

Bir sabah karşında göreceksin beni

Yüreğinde anılar canlanacak

Gidişim suskun olmuştu ama

Dönüşüm muhteşem olacak

 

Hakikaten, kısa süreli bir ayrılıktan sonra dönüşüm muhteşem olmuştu. Berna komutan, onun bir zafiyetini ortaya çıkardığım için benim defterimi düreceğine adım gibi emin olmuştum. Ortamdaki coşku, unuttuğum bulantı ilacının yerine geçmişti. Artık midem falan bulanmıyor ve kendimi çok “fresh” hissediyordum.

 

Reklam

Ölmeyi Öğrenen Hücreler -5 için yorumlar kapalı

Filed under Kanser, ustalık yolu

Yorumlar kapatıldı.