Ölmeyi Öğrenen Hücreler -2

O sırada ilk kez bu hastalığa lanet okumaya başlamıştım, beni düşürdüğü duruma bak diye gözlerimden şimşekler çıkartırken, kafamı park edilmez levhasına çarparak o şimşekleri saymaya başladım. Öyle öfkeliydim ki, levhaya ve dünyaya, anlatamazdım. Levhalar çarpışıp depremleri oluşturması gibi bu levha da bendeki öfke yanardağını patlatmıştı. İçimden küfür edip duruyordum.

-“Hadi evladım, geç kalıyoruz doktora.”

Bekleme salonunda 2 saat bekledikten sonra, annem onkolog hakkında bekleyen eski hastalarından epey bir bilgi toplamıştı. Doktorun kaç çocuğunun olduğunu, nerede oturduğunu, eşinin ne iş yaptığını öğrenmiş ve sülalesinin şeceresini 200 bin yıl öncesi Afrika’ya kadar takip etmişti.

Tedavi önerisi nette okuduklarımdan farklı değildi; kemoterapi uygulanacaktı. Sonrasında tekrar değerlendirilecekti. Doktora gittiğim gün Perşembeydi ve 5 gün üst üste tedavi uygulanacağından Pazartesi başlamanın daha uygun olacağını söylendi ve elime bir kağıt tutuşturuldu. Bir A4 kağıdı bana ne yapabilirdi ki?

berk bep

Haftasonunun nasıl geçtiğini hatırlıyamıyordum, sürekli aklımda kemoterapi vardı. Ne olduğunu bilmediğim bir varlıktı, acaba sevecen miydi, yoksa bir canavar mıydı? Pazartesi sabahında kendimi neşelendirmek için ıslıkla neşeli günleri çalmaya başladım, banyoya gidip yüzüme tıraş köpüğünü sürdüm, ak sakallı dede olmuştum. Tıraş olmak konsantrasyon ister, işte o bende o an için yoktu. Yüzümü yıkadığımda, yanağım ve çenemin çeşitli bölgelerinde kan sızıntıları vardı.

Kapıyı açıp banyodan çıktığımda, annemle burun buruna geldik.

-“Günaydın evladım, kendini jiletlemeyi bekar evinde mi öğrendin?” dedi gülerek. “En son seni bu kadar heyecanlı gördüğümde ilkokul birinci sınıfın ilk günüydü ve biz sana el sallarken, senin pantolonun renginde koyulaşma farketmiştik, hastanede de altına kaçırmayacağını ümit ediyorum.”

-“Ya anne ya. Üniversite sınavına girerken de, iş mülakatına giderken de aynı hikayeyi anlatıp duruyorsun. Ne zaman unutacaksın? İlkokulla bugün bir mi?”

Hastanenin kemoterapi ünitesine girdiğimizde, annem bile azıcık tırsmaya başlamıştı. Genellikle annem pek korkmaz, ama endişe fırtınası içinde kopmaya başladığında biraz fazla konuşur.

-“Merhaba kızım, ben edebiyat öğretmeni Gaye Candan. Oğlum Berk Candan için buradayız. Tedavi olacaktı, siz mi yapıyorsunuz? Pek de bir gençmişsiniz. Benim de öğrencilerimin bir kısmı sizin gibi hemşire oldu.”

-“Anne” diye tısladım.

-“Sen karışma evladım.”

-“Anne” dedim tıslama ile havlama arası bir karışımla. “Sinir etme hemşireleri. Sana gıcık olup, bana yanlış ilaç verecekler şimdi.”

-“Saçma, saçma konuşma evladım. Sen şuraya otur bakayım.” Annem beni cami avlusuna terk edermişcesine yanımdan ayrılarak ilerideki bankoya doğru yürüyüşe geçti. Bana, hastalığa, hastaneye ve hayata kızgınlığı o kadar fazlaydı ki, edebiyat hocasından ziyade Leonardo da Vinci’nin her tarafından topların çıktığı ufo şeklindeki savaş makinasını andırıyordu.

Kundakta 15 dakika geçirdikten sonra, ufukta annemin saçları göründüğünde içimden eyvah dedim. Yanındaki beyaz önlüklü de kimdi?

Reklam

Ölmeyi Öğrenen Hücreler -2 için yorumlar kapalı

Filed under Kanser, ustalık yolu

Yorumlar kapatıldı.