Ölmeyi Öğrenen Hücreler

Ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok

Patoloji sonuçları ve BT raporları geldiğinde sanki milli piyango büyük çekilişte biletime isabet eden numarayı arıyormuşum gibi hissetim. Her yılbaşında heyecan olsun diye bilet alırdım, ama bu zamana kadar amorti bile vurmamıştı, ama bu hastalıkta Evre 3a akciğer metastazı ile sanki son 3 rakam tutturmuştum. Akciğerdeki iki topçuğa da metastaz deniyordu.

Sadece ameliyat tedavi için yetmeyecek gibi duruyordu. Yine bir dallanma ve budaklanma söz konusuydu. Patoloji sonucunu aldığımızda (niye mi artık çoğul konuşuyorum? Annemle siyam ikizi gibi olmuştuk da ondan dolayı tekilliğim bitmişti), annem sonucu çoktan bilmekteydi. Tam doktora bir şeyler soracaktım ki, annem araya girdi.

-“Doktor Bey, bundan sonra bir onkoloğa başvurmamız icap ediyor, önereceğiniz bir isim var mıdır?”

Doktor’un ilk söylediği isme karşılık annem:

-“Söz ettiğiniz onkolog, pek bir suratsızmış, hastasıyla da çok az konuşuyormuş. Bu işte moral son derece önemli, değil mi efendim?” diyerek karşı atağa geçti. Yılların hekimi, özellikle öğretmenlerin bu tip kontr ataklarını yıllar içinde çetin yollarla öğrendiğinden dolayı hemen alttan aldı.

-“Hoca Hanım, moral olmadan bu hastalık düzelmez. Anlaşılan siz de derinlemesine bir araştırma yapmışsınız. Sizin gitmek istediğiniz arkadaşların isimlerini sizden rica edebilir miyim? Belki bu konuda size yardımcı olabilirim.”

Onkolog bulma sürecinde, her zaman olduğu gibi her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu. Efendim birisi Amerika’da tahsil görmüştü, öbürkü çok candan ve anlayışlıydı, bir diğeri dünyada bir numaraydı. Liste bu şekilde uzayıp gidiyordu ve klasik olarak benim söz hakkım yoktu.

İnsanlar, kanser olduğun zaman değişiyorlardı; bence kanserden ölesiye korkuyorlardı. Ben ise bir hasta olarak artık hiç korkmuyordum; ayrıca suçlu değildim, bu kaderi kendim arayıp bulmuş da değildim.

Nişantaş’a öğlenleyin varmak güç olmuştu, Yargıcı’nın önündeki ışıklarda saatlerce beklemek zorunda kalmıştık. Nişantaş’a akşamları bir drink almak için gelmek keyifliyken, muayeneye gelmek sıkıntılı oluyordu. Nedense bu bölge doktorların muayenhanelerinin toplandığı bir bölgeydi. Manifaturacılar İMÇ’yi, doktorlar da Nişantaş’ı kurmuş olmalıydılar. Eski High School’un bahçesinde arabayı koyacak bir yer bulduğumuzda, debriyaja basmaktan ve dikişlerden sol bacağımı hissetmiyordum. Hasta olabilirdim, ama kırmızı canavarımı kimseye de emanet edemezdim.

Arabadan inip sol bacağımı sallamaya başladım.

-“Evladım, eşek gibi niye tepiniyorsun? Bir hastalığın olabilir, ancak terbiyesizlik yapmaya da lüzum yok.”

Reklam

Ölmeyi Öğrenen Hücreler için yorumlar kapalı

Filed under Kanser, ustalık yolu

Yorumlar kapatıldı.