Yorgan, emek ve sabır gereken bir sanattır; sabrı ve sistemli çalışmayı babasını izlerken öğrenmişti, ama biraz da simetri tutkusu vermişti. Okuldayken en fazla geometriyi severdi, ama üniversitede işletmeye kendini daha yakın bulmuştu. Üniversiteye girdiğinde en havalı bölüm işletmeydi. Derslerde çok zorlanmamıştı, disiplinli çalışması, kendine güveni ile okulu derece ile bitirmişti. Okul hayatı boyunca İngilizce öğrenmek için gittiği British Council’de de iyi ilişkiler kurmuş, bu da onun ekonomi MSc için London School of Economics’den burs almasına sebep olmuştu. LSE’de master yaparken ek iş olarak da barda barmaid olarak çalışması insanları daha iyi gözlemlemesine neden olmuştu.
Londra’da geçirdiği iki yıl, İngilizce aksanını da değiştirmişti. Şu anda çalıştığı şirket Amerikan menşeli olduğu için aksanıyla dalga geçenler başlangıçta çok olmuştu. Stajyer olarak girdiği bu şirkette, kariyer basamaklarına çıkıp koordinatör olmayı başarmıştı. Bu plan içine bir evlilik ve bir de Can’ı sıkıştırması da operasyonel gücünün ne kadar kuvvetli olduğunu kendine ispat ediyordu.
Can doğana kadar çocukları pek sevmezdi, belki de kendinden başka birisini de fazla sevdiği söylenemezdi. Can zihinsel hayatında bir çatlak açmıştı. Kariyer hedefleriyle Can arasında sıkışmıştı. Bunun olabileceğine ihtimal vermiyordu, ancak annelik içgüdüleri son derece baskındı. Her şeyi kontrol edebiliyordu, ama bu duyguyu zar zor zapturapt altına alabiliyordu. Kendisi için çizdiği, çok çalışma, disiplin ve sürekli ilerleme, edebi anlamda kan, ter ve mücadele ile elde edilen iktidar, minicik bir velet tarafından köklerinden sarsılmıştı. Evdeki simetriyi bile tutturamıyordu, Can’ın yaramazlıkları, oyuncakların dağınıklığı içinde bir öfke santralinin gürültüyle çalışmasına neden oluyor, ancak Can’ın en ufak ateşi çıktığında bu öfke nedeniyle büyük bir suçluluk duyuyordu.
-“Hayatta sağlam duracaksın” olan düsturunu iş ve özel yaşamında katı bir şekilde uygulayabiliyordu, ama “du”. İş hayatında kaç kişiyi harcadığını hatırlamıyordu bile, zayıfları, sızlananları hiç sevmezdi. İyi yönetici, iyi elemanlarla çalışırdı, ancak onları da sıkı bir eğitimden geçirmek ve kendisi gibi sert ve dayanıklı yapmak zorundaydı.
Ama Can, hiç çalışanlarına benzemiyordu, ne yapsa da, basitinden karışığına her türlü stratejiyi uygulasa da istediğini yaptıramıyordu. Bir denge oluşturmak için iktidarının bir kısmını ona vermek zorunda kalmıştı. Zamane bebeleri ve genlerdeki analık, güçlü bir işbirliği içindeydi. Karışık duygular yaşıyordu. İş hayatına bunun yansıması olmuştu, iş eski öneminde değildi; en önemli toplantılarda bile konsantrasyonu kaybolup Can’ın yemeğini yiyip yemediğini düşünür olmuştu. Hâlbuki Can’ın öncesinde, daha çok CEO olduğu zamanların hayalini gerçekleştirmeye çalışırdı. Harrods’da alışveriş yapabileceği zamanların gelmesini bekliyordu, o Chloé çantaya yaklaştığını hissediyordu, ama gelecek ve Can için de yatırım yapmalıydılar. Ailelerden destek de alarak bir evleri olmuştu, arabayı şirket zaten veriyordu. Ama Can okula başladığı zaman masrafları katlanarak çoğalacaktı, hele popüler bir okula vermek istese, ki isteyecekti, bir servet onları bekliyor olacaktı.
IT’ci bir geek olan eşi Arda ile iyi anlaşıyorlardı, Can’a iyi babalık yapıyor ve onunla birlikte çok eğleniyorlardı. Boğaziçi’nde tanışmışlar, Berna Londra’dan döndükten sonra da hayatlarını birleştirmişlerdi.
2 hafta önce sağ göğsünde belli belirsiz bir sızlama ile bir sertlik fark etmişti. İlk önce sutyenin rahatsız ettiğini zannetmişti, ama her zaman sağlamcı olduğu için vakit geçirmeden doktora gitmeye karar vermişti. Muayene eden doktor her hangi bir şey bulamamış, ama yaş itibariyle mamografi ve ultrason istemişti. İşte bu noktadan sonra olaylar jet hızıyla gerçekleşmişti.
-“Biyopsi yapmak lazım.”