Kar sabahın ilk saatleri olduğu için donmuştu, aşağı inerken taze hava ciğerlerimi sağlıkla doldurması mutluluk veriyordu. Köroğlu liftiyle yukarı çıkarken kayaklar titreşiyordu. Oradan Resul Dede liftiyle Tepe kafeye çıktık, kayakları kara saplamak donmuş kar nedeniyle zor olmuştu. Kayak kafeleri hem fiziksel sıcak, hem de arkadaşlığın, aile arası bağların pekiştiği yerlerdir. Çocuklar, anne ve babalarına yaşadıkları maceraları anlatırken, yeni öğrenenler sert bir pistten nasıl indiklerini heyecanla anlatırlar. Ortama sinmiş sucuk kokusu, sıcak şarabın tarçın kokusu çok cezbedicidir. Kayak ayakkabıların bağlarını gevşeterek içerde yürümeye başladık. Uzun zamandır bu ayakkabıları giymediğimden ayağın kenarı hafif uyuşmuştu. Kahvelerimizi söyledik, kafede bizden başkası yoktu. Haftasonunun cıvıltısı, hafta içinin ıssız tundrasında kaybolmuştu. Beremi çıkarttım, pencereden dışarı bakmaya başladım, bu pencere hep aynıydı, kar kışın yağmış, yazın erimişti. Pencere hep dışarı bakmıştı, ya ben bu pencere gibi değişmez olmak ister miydim? Neden her kötü şey benim başıma geliyordu? Ellerimle dökülmüş saçlarımın hayalini taradım.
Hayat da kar tanesine benziyor diye düşündüm. Çoğunlukla sevinç doluydu, ama hırçın bir mevsimde kurtların açlıktan kokan nefesiydi, bazen güneşin ışınıyla pırıldamasıydı, bazen de tipi de insanın yüzüne giren binlerce iğneydi, yılbaşı akşamının huzurunda nazenin pamuktu. Kar ilkbaharda eriyip gidiyor ve kışın tekrar özünden dönüşüyordu. Ancak insan kar tanesi değildi, öldüğü zaman küllerinden dirilmiyordu, sadece enerjisi toprağa karışıyordu, fakat yarattığı sevgi ölümsüzlüğe erişiyordu. Kimle aramla sevgi bağı kurdum ve yaşattım diye kendimi sorgulamaya başladım: annemle, babamla, kardeşimle, Yavuz’la, eskiden Elif’le, gelecekteki çocuklarımla?
Gözüm yanmaya başlamıştı, kafe havasız ve bunaltıcı bir hal almıştı. Bir an önce kendimi dışarı atmalıydım.
-“Yavuz, dışarı çıkmam lazım.”