-“Müdürüm, dağa gidelim yarın. Hala daha sezon açıkmış. Hafta içi de boş olur. ”
-“Yarın işi kıracacağız, öyle mi?”
Bu sene daha hiç kayak yapmaya gitmemiştim. Bu ne utanç verici bir durumdu. İçimin bir anda dağ havasıyla dolduğunu hissettim. Yarını sabırsızlıkla bekliyordum. Umarım lökositler bana bir sürpriz yapmazdı.
Günün kalan saatlerinde işime konsantre olmaya çalışıyordum, ancak kısa sürede yaşadığım sağlık ve sosyal travmalar zihnimde hızlı sahne geçişlerine neden olup beni yoruyordu. Dağın tertemiz havası, karın beyazlığı zihnimi boşaltmamı sağlayacaktı.
Akşam eve geldiğimde ilk işim kayaklarımı çantadan çıkartmak olmuştu. Kayakların altının sıcak vaksa ihtiyacı vardı, ancak buna vakit yoktu. Nemli bir bezle kayakları silmeye başladım. Altta ortada bulunan derin yarığa parmağın takıldığında, Elif aklıma geldi. Bu yarık Elif diz ön-çapraz bağını kopardığı sırada, onu kollarıma alıp aşağı indirirken olmuştu. Sert ve sisli bir havada Elif yanlışlıkla bolkara girmiş, sola doğru giderken kayaklarının önü kara saplanınıp sağ öne hızlıca düşerken dizinde şiddetli bir ağrı hissetmişti. Ağrı eşiği yüksek olmasına rağmen, çıkan ses ve ağrının gücü gözlerindeki yaşları tutamamasına neden olmuştu. Ancak herşeye rağmen acıyla bağırmamıştı, sadece düştüğü yerden kalkamıyordu. Neyseki ben de fazla aşağı ilerlemeden arkama bakınca karlar ve acılar içinde kıvranan Elif’i görüp durmuştum. Kayakları çıkarıp yukarı yürümek bolkardan dolayı imkânsız olduğundan, yan yan yanına varmam bir hayli vaktimi almıştı. Hava kararmak üzereydi ve etrafımızdan geçen kimse yoktu. Bir an nefesim kontrol dışına çıkacak gibi hissetmeye başlamıştım, güneşli havalarda cıvıl cıvıl olan bu yer, şimdi ıssız ve kokutucu bir hal almıştı. Cep telefonuma baktığımda servis olmadığını görünce panik haline geçer gibi oldum. Ancak yardım etmem gereken bir kız arkadaşım vardı. Önce hasarı değerlendirmem gerekiyordu. Sağ diz anormal bir şekilde ileri ve geri oynuyordu, diğer vücut bölgelerinde bir şey yoktu. Soldaki kayağını bağlamasından çıkartmıştım, sağdaki ise düşüş esnasında zaten 20 metre ileriye gitmişti. Elif’in yürümesi veya kayak yapması mümkün değildi. Hava birazdan kararacağı için yardım beklemek de mantıklı olmayacaktı. Bir karar vermeliydim, ya aşağı inip yardım isteyecektim ya da Elif’i kucağımda indirecektim. Neyseki Elif de cesaretli ve gözüpek bir insandı. Yamaca yan bir şekilde kucağıma alıp, kar sapanıyla oteller mevkiine gelmemiz yarım saatimizi almıştı. Yorgunluktan çoktan bitmiş olmalıydım, ama sürekli sabret, başarabilirsin diye düşünmüştüm. Son yamaçta üstü kelleşen bir kayayı görmeme rağmen manevra yapamayında kayağın altında bu derin yarık oluşmuştu.
Benzer bir yarık da kalbimde vardı, Elif’i aramak için şiddetli bir arzu duyuyordum.
-“Ne o öyle? Hasta halinle bir de dağa gidip daha da mı hasta olmayı düşüyorsun Berk Bey?”.
Annemim saçları bir kedinin sırtı gibi kabarmıştı, dağa gidersem orada üşütüp hasta olacağımı düşünüyordu.
-“Evet, yarın sabah Yavuz’la dağa kaçıyoruz. Bir günlük izin aldık işten. Hem ben hasta değilim ki, tedaviyi yarıladım bile.”
Annem, beni çok iyi anlayamıyordu, özgürlüğümün ne kadar kıymetli olduğunu, bunun için neleri feda edebileceğimi idrak edemiyordu.
-“Sen bilirsin ama, ille de gitmem mi lazım? Tedavi bittikten sonra gitsen olmuyor mu?”
-“Gülleri zamanda biçmek lazım, solmuş gülleri kim ne yapsın?