Ölmeyi Öğrenen Hücreler -13

Rüyanın içinde olsam bile olayları gerçekmiş gibi yaşıyordum. İzbandut sağ eliyle doğrudan yumruk çıkartırken ben de sol ayağımı ileri sola atıp, sol ön kolumla yumruğunu kestim, sağ kolumu geniş dairesel hareketle yengecin kolunu aşağı süpürerek sağ ayağımı bir adım ileri daha attım. Üçüncü adımımı ilerlettiğimde, arkadaki yengece yaklaşmıştım ve net bir şekilde her iki eliyle tuttuğu sopasını yukarı kaldırırken gördüm. İzbandutun burnuna sağ kolumu aşağıdan yukarı kulaç atarmışçasına vururken, bunun ona yetmeyeceğini düşünerek sol elimle sağ böğrüne yumruk attım. İzbandut yere devrilirken, arkadaki yengeç sopasının en üst seviyeye kaldırmıştı bile. Aramızdaki mesafeden dolayı, sopaya elimle müdahale edemezdim, ancak menzilinden kaçacak bir yerim de kalmamıştı. En iyisi kontratak yapmaktı, yengeç her iki kolunu yukarı kaldırınca alt bölgeleri tamamen savunmasız kalmıştı. Sağ ayağımla sağ yumruğumu birlikte hareket ettirerek sol dizimi yere koydum. Yengecin kasıklarına inen bu yumruk, elinden sopanın düşmesine ve öne doğru eğilmesine neden olmuştu. Kafası benim kafamdan yaklaşık 30 cm yukarıdaydı, her iki kolumu geriye aldım ve yukarı zıpladım. Bu ters kafa atma benim canımı bir hayli yakmıştı, ama zayıf halka olarak düşündüğüm yengeç çok da etkilenmişe benzemiyordu. Dudağındaki kanı sildi ve ileri doğru atıldı, önce sağ sonra sol yumruğunu yukarı kesişlerle bertaraf etsem de bu yengeç sıkı dövüşçüydü ve bunun üzerine hızla sol dizime yandan tekme attı. Acıdan gözümden yaş gelmiş ve sağa doğru kıvrılmak zorunda kalmıştım. Sağ eliyle hızlı bir şekilde yüzüme yumruğuna başlarken, can havliyle sağ kolumla kestim ve devamında sağ elimin tersiyle burnuna vurdum.

İşte bu sırada uyanmıştım. İnsan zihni ne enteresan bir şey diye düşündüm: metaforlar ve sembollerle yaşadıklarını anlamaya mı çalışıyordu, yoksa kendisini önemli hissetmek için mi bu numaralara başvuruyordu, bilmiyordum.

Uykumu almış gibi bir saat kadar odamda dolandıktan sonra tekrar uyumuş olmalıydım. Babamın sesi uzaklardan gelip iyice yakınlaşmıştı. Acaba servis mi geldi diyordu, ama ben bu sabah okula gitmek istemiyorum baba diyecek oldum. İkinci kemonun ikinci gününde olduğumu anımsadım, okul ve servis günleri çok geride kalmıştı. Ömrü dolan lityum-ion pili gibi hissediyordum; ne kadar şarj edilsem de enerjiyle tam dolmuyordum.

Hastaneye vardığımda artık yalnız değildim, annemle simbiyoz içindeydik. Kemoterapi hemşiresiyle kısa bir konuşmadan sonra tedavi başladı. Ben de kulaklıklarımı takıp kendimi dış dünyaya kapadım: “iPhone- DisConnecting People”. Üçüncü, dördüncü ve beşinci günler benzer şekilde geçti.

İkinci kemoterapinin ikinci haftası neyse ki kısaydı ve pek bulantı da yapmıyordu. Salı günü işe gittiğimde meraklı gözler üzerimdeydi. Yüzümün ifadesi sanki değişmiş gibiydi, insanın saçlarının olmamasından çok, kirpikler ve kaşların da azalması hastalıklı bir görüntü veriyordu. Ofis içinde yürürken etrafımda soğuk hava dalgası da yayılıyordu. Bu durum ister istemez canımı sıkıyordu, Einstein’ın sözü aklıma geldi: “Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.”

Acilen Yavuz’u bulmalıydım. Kendi odama geçmeden Yavuz’un odasına baktım, yoktu. Cepten aradım.

-“Müdür, seninle acilen konuşmamız lazım. Odama gelir misin?”

Saniyeler içinde Yavuz odama gelmişti. Yüzü aceleden solmuş ve endişeli görünüyordu.

-“Ne oldu kardeşim? Her şey yolunda mı?”

Yavuz, ivedilikle onu çağırmamdan dolayı son derece gerilmişti. Galiba vasiyetimi açıklayacağımı zannediyordu.

-“Yavuz’cuğum, sana bazı şeyleri açıklamak istiyorum. İstersen şöyle otur.”

-“Berk, ne oldu? İyi misin? Nedir?” derken Yavuz’un suratı korkudan bembeyaz olmuştu bile.

-“Birazdan söyleyeceklerim biraz canını sıkabilir.”

-“Ee abi, neymiş?”

-“Seninle Call of Duty oynuyorduk, hep ben seni yeniyordum ya. Ben seni hep kekledim, hep teleport hilesiyle seni buluyor ve haklıyordum.”

Yavuz ilk önce onunla dalga geçtiğimi anlayamamıştı, hala ciddi başka şeyler söyleyeceğimi zannediyordu. Küçük bir esten sonra jeton düşmüştü.

-“Sen ne adi adammışsın. Ben de neden sürekli yeniliyorum diye kafayı yiyordum. Seni pis hilekâr, düzenbaz seni.”

Küçük numaram, bizi tekrar yakınlaştırmıştı. Ne ben kendi gözümde uzaylıydım, ne de Yavuz’un gözünde öyleydim.

Ölmeyi Öğrenen Hücreler -13 için yorumlar kapalı

Filed under ustalık yolu

Yorumlar kapatıldı.