Ölmeyi Öğrenen Hücreler -11

-“Yardıma ihtiyacın var mı?”

-“Galiba arabamı çekmişler. Hâlbuki burada da park yasağı levhası yok.”

-“Benim de buradan arabamı çekmişlerdi.”

Dertler kiloyla gelip, gramla gidiyor gibiydi. Hayatta en sinir olduğum şey arabamın park edildiği yerden çekilmesiydi. Arabayı ne yapacaktım, katlayıp cebime mi koyacaktım? İçimden çeşitli tonlarda bela okurken, Ayşe’nin şaşkınlıkla beni seyrettiğini farkettim. Garip mi görünüyordum?

-“Berk, benim hastaneye dönmem lazım. Bir şeye ihtiyacın olursa bana haber ver.” dedi ve yanımdan hızla ayrıldı. Yalnızlığın ağırlığı, her iki omzumu aşağı basarken, arabamın çekilmesinin verdiği öfke beni ileri itiyordu; Kızılmaske olup etrafı dağıtmak, bütün hayatımı korsanlık, haksızlık ve zalimlikle savaşmaya adamak istiyordum. Hattı zatında kuru kafalı mührümü çeşitli yerlere basmak da istiyordum.

Kara ormanlarda derler ki: “Fantom, on kaplan gücündedir”.

İnce ve nazik bir sesle: “Memur Bey, arabamı alacaktım da.” diye sordum

-“Tamam, ödeyeyim. Kredi kartı geçiyor değil mi? Ne? Geçmiyor mu? En yakın bankamatik nerede biliyor musunuz?”

On kaplanımdan birkaçı yolda mefta olmuştu. Kuru kafalı yüzüğüm yerine banka kartımı çeşitli yerlere basmam da kendimi Kızılmaskeden çok En Kahraman Rıdvan gibi hissetmeme neden oluyordu. Tekrar taksiye binmem, bankamatik bulmam, geri dönmem, parayı ödemem gerekiyordu. Bu görevi zor bela yerine getirdikten sonra eve varmam akşamın yedisini bulmuştu. Acaba Eden adasına varıp huzuru bulabilecek miydim?

Ayaklarımı sürükleyerek eve girip kapıyı açtığımda, Osman Hamdi Beyin Lübnan’ın Sayda şehrinde bulduğu İskender Lahdine toslamam bir oldu. Annem, sinirden mermer rengindeydi ve 25 tonluk lahitin üzerine tasvir edilmiş Büyük İskender’e benziyordu. Ancak aralarında bir fark vardı, İskender’in kıvırcığa yakın dalgalı saçlarının yerine annemim bigudileri vardı.

-“Neredesin sen evladım, bu saat oldu hala yoksun. Bir de beni yalnız bırakın, ben tedaviye yalnız giderim diye bize etmediğin laf kalmadı.”

-“Biz yaşlı insanlarız evladım, serseri mayın gibi bir orada tedavi al, sonra kafana göre takıl. Olacak iş değil. Biz senin peşinden koşmak zorunda mıyız? Ayrıca telefon denilen bir icat var, değil mi çocuğum? İnsan gecikeceği zaman annesini veya babasını arar!”

Annemin köpüren ağzından çıkan tükrük partikülleri, CERN’in Büyük Hadron Hızlandırıcında ok haline gelmiş ve bana seri bir şekilde çarpıyordu. Bu kıskaçtan kurtulmam gerekiyordu, annemin ilgisini başka yere çekmek için acilen birşeyler zırvalamalıydım.

-“Anne ben evlenmek istiyorum.”

Can havliyle söylediğim bu cümle annemi DVD oynatıcının pause tuşuna basılmışçasına dondurdu. 3 saniyelik bir duraklamadan sonra annemin gözlerinde hafif bir nemlenme başladı.

Allah’ım, galiba uyuyan canavarı uyandırmıştım. Kendi kendimin bacağına sıkmıştım, bu yangın benle ölünceye dek yaşayacağına adım gibi emindim. Neden bu kadar zevzektim? Bu kadar salak olmak zorunda mıydım?

Kendimi davulun ve zurnanın desibel rekoru kırdığı, gelinin ata bindiği, damadın arkadaşları tarafından sırtından yumruklandığı, herkesin limonata içip, masa altı votkasıyla kafayı bulduğu mizansenin içinde buldum. Saç çizgimin olması gereken yerden ince bir ter dalgası, yer çekimine karşı gelerek kafamın tepesine doğru ilerlemeye başladı. Başka bir numara bulmalıydım, ama ok yaydan bir kere çıkmıştı. Annemi tanıdığım kadarıyla, şu anda onun yüzünde oluşan ışıltı, yakın bir zamanda ne olursa olsun beni evlendireceğine kani olduğunu gösteriyordu.

“Anne”, dedim usulca. Bir anda gerçek hayatttan çıkmaya başlamıştım. Sanki bulunduğum evrenin dışına hızla çıkıyordum, kanımdaki adrenalin miktarı sıfırın altına inmişti. Annemin bazı sesler çıkarttığını duyuyordum, ama bunlar herhangi bir anlama beynimde çevrilemiyordu, sağ bacağımın dizinin ileriye gittiğini görüp, sol dizimin ileri gidip ayağımın yere basışını hissettim. Gerçekten bir numara bulmama gerek kalmamıştı, günün heyecanlı temposu beni ayakta tutmuş olsa da kemoterapinin ağırlığı vücudumu ve ruhumu tahmin edemeyeceğim bir hızla ele geçirmişti.

Sadece karanlığa erişmek ve o derin karanlıkta virgül gibi kıvrılmak dışında başka bir şey istemiyordum.

Reklam

Ölmeyi Öğrenen Hücreler -11 için yorumlar kapalı

Filed under ustalık yolu

Yorumlar kapatıldı.