Ölmeyi Unutan ve Öğrenen Hücreler

English: George Clooney at the 2009 Venice Fil...

George Clooney at the 2009 Venice Film Festival (Photo credit: Wikipedia)

Günaydın,

Bizim Berk’i hatırladın mı? Berk testis kanseri geçirmiş biliyor muydun? Bu hastalığı atlatırken başından da bir çok olay geçmiş. Bunların bazısı üzüntülü, bazısı da acaip komik. Eğer başından neler geçmiş diye merak ediyorsan, önceki yazıları okumanı tavsiye ederim.

Kahrolsun Bağzı Şeyler” diyerek günümüze ve hikayemize başlayalım : )

-“Müdür, şurada ilerideki sakallı kim biliyor musun? George Clooney, burada sevgilisi varmış, Komo Gölünde değil buralarda takılıyormuş.”

 

-“Abiciğim, hep aynı bayat espiriyi yapıp duruyorsun, o gazeteci Abdurrahman Dilipak.”

 

-“Kemo senin kafanı bulandırmış birader, Ahmet Hakan o!”

 

-“Adama böyle yedirirler zokayı Yavuz Efendi.” diye pis pis güldüm.

 

-“Biz ayrıldık” dedi sessizce Yavuz. “Nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Bir yandan ondan çok ayrılmak istiyorum. Beni mahvetti, tüketti, kaprisleriyle delirtti, ama bir yandan da her şeyi onunla yaşadım, onunla büyüdüm, onunla ergenleştim.”

 

Yavuz’u ilk kez bu kadar savunmasız görüyordum, bu beni çok şaşırtmıştı. Her zaman geçerli sebepleri olan ve her şeyi normal karşılayan bir insan, bulutların arasından aşağı normal insanlar arasına dönmüştü.  Belgin iyi bir kızdı, ama Yavuz biraz beterdi, abuk sabuk davranma konusunda sanki master yapmıştı. Kızın hevesini kırmak asli görevlerinden bir tanesi gibi davranırdı. Neden bu kadar hınçlıydı Yavuz, neden gölgelerle boks maçı yapıyordu anlamak mümkün değildi.

 

-“Ne büyük tesadüf Elif de benden ayrıldı kardeşim.” derken, bunun pek de bir tesadüf olmadığı konusunda sırtımda bir ürperti gezinmeye başladı. Ne de olsa uzun zamandır Yavuz’la arkadaştık ve bizim kız arkadaşlar da bir şekilde görüşüyorlardı.

 

-“Harbiden mi? Ben sanki hep birlikte evleneceğiz, küçük evdeki gibi olacağız zannediyordum.”

 

-“Sen de çok safmışsın müdür. Sen kızı oyaladın durdun, benimki de, kanser olunca bastı tekmeyi bana. Şabanoğlu Şaban filminde Şaban ve Ramazan’ın iki kör dilenciyi oynadıkları sahne var. Seninle ben benzer durumdayız, ama ben hem kanser, hem de arkasına tekme yemiş olarak mağduriyette 2-1 öndeyim.”

 

Sen öylesin, ben böyleyim diye yarışmaktan yorulmuş şekilde Yavuz’la birbirimizden ayrıldık. Tek terk edilen ben değildim, tek yalnız hisseden de ben değildim, tek değersiz hisseden de ben değildim. En azından kaybedenler arasında eşittim.

 

Saat 23:00 gibi eve geldiğimde, ışıklar hala açıktı. Annem hiç bir zaman gece olmuyormuşçasına Ali Kırca’nın Siyaset Meydanını seyredip, aralarda Ulusal Kanal’a zap yapıyordu. Babam annemin yanında gözlerini açık tutmaya çalışıyordu, gözlerini bir çok açıp yukarı sola bakıp, esneyip “uf puf” nidaları veriyordu. Anne ve babama alelade bir günmüşçesine iyi geceler dedikten sonra yatağıma kavuştum.

Yatağım beyaz çarşaflı, atlas yorganlıydı. Yatağımın üzerine atladığımda deterjan kokusunu hissettim, yorganın için açıp ayaklarımı soktuğumda şükür kavuşturana diye içimden geçirdim.

 

Deprem olmaya başlamıştı, her yer sallanıyordu. Yatağım sağ ve sola giderken, dişlerim de bir birine vuruyordu, sanki İstanbul’da değil de kutuplardaydım. Yatağımda doğrulmakta bile güçlük çekiyordum. Hayatım boyunca böyle bir titreme ve üşüme yaşamamıştım, sanki Hicaz’dan sıtma getirmiştim. İnlemelerimi duyan annem ve babam odama girdiler. Titremekten konuşamıyordum bile. Üzerime bir battaniye koyduktan sonra, annem ağzıma ilaçlı bir su verdi. Bir süre sonra titreme bitmiş, sanki brülör gibi olmuştum. Ateş gibi olmak, buzda titremekten iyiydi.

 

-“Ateş gibi yanıyor yavrum, ne yapmalı? Doktor Ayşe’yi arasak mı? Saat de geç oldu.” dedi annem.

 

Ateş düşürücü ilaçla birlikte sanki üzerime kovayla su fırlatılmışçasına terledim. Bu ter öyle şiddetliydi ki iç çamaşırlarım, yatak, yorgan su gibi olmuştu. Biraz daha devam etse aşağı komşular bile ıslanabilirdi. Ateşim 39,5 dereceden 37,9’a düşmüştü.

 

Annem, Ayşe eski öğrencisi olmasına rağmen gecenin 3’ünde telefon etmketen çekiniyordu. Kemoterapi almıyor olsaydım, hiç dert etmezdim, ancak geçen haftaki kan sayımımda düşüklük vardı

 

-“Febril nötropeni geçiriyorsunuz. Ben size iki tane antibiyotik yazmıştım, elinizde bulunsun diye. İkisine aynı anda başlayalım, şimdi saat 3, ben sabah 7:30’da hastanede olacağım. Birazdan görüşürüz.”

 

Kan sayımı yapıldığında lökositlerimin 1.900 olduğunu gördüm. En azından sıfırdan büyüktü. Dr. Ayşe beni muayene etti ve hem genel durumumun iyi olması, hem de ateşimin şimdilik normale gelmesi nedeniyle hastanede yatmama gerek olmadığını söyledi. Lökositleri yükseltmek için de aşı gibi bir iğne yapılmasını önerdi.

 

Reklam

Ölmeyi Unutan ve Öğrenen Hücreler için yorumlar kapalı

Filed under ustalık yolu

Yorumlar kapatıldı.