Tekne kaptanı olmak eğlenceli midir diye içimden geçirdim, teknenin patronu sensin, ama batarsa da en son terk edecek de sen. Sorumluluğu fazla bir şey, yine de havalı diye düşündüm.
Çocukluğumuzun “Aşk Gemisi” dizisi aklıma geldi, oradaki kaptan Merrill Stubing’di; bir de barmen Isaac Washington’un bembeyaz dişleri ile mutlu gülüşü harikaydı. Acaba guletlerde de benzer hikâyeler yaşanıyor mu diye içimden geçirdim. Hiç zannetmiyordum, tüm gün denize girmek dışında yapılabilecek bir şey olduğunu düşünmüyordum. Şu anda önümdeki guletin kaptanı aşk gemisinin kaptanı gibi giyinmemişti; şort vardı ama beyaz değil, ayrıca diz kapağına gelen beyaz çoraplar ve beyaz mokasen ayakkabılar da yoktu.
Denizin minik çalkantısı müthişti; az sonra barlar sokağının gümbürtüsü başlayacaktı, ancak tekne, güneşin kor gibi alevini yutmasına ve gün boyu günlük tura çıkanlarına hengâmesine rağmen buna aldırış etmiyordu.
-“Çay içer misin yeğen?”
Aşk Gemisinin kaptanının sesiydi bu, yani önünde durduğum guletin.
-“ Sever misin guletleri yeğen?”
-“Ne öyle dut yemiş bülbül gibisin, hani denizciyiz ya, Karadeniz’de gemileri batmış gibi duruyorsun”.
-“ Bak bana buralarda Kaptan Körk derler, her şeyi bilirim de ondan öyle derler. Mesela senin adın Berk değil mi?”
Afallayıp kalmıştım. Bu adam harbiden uzaylı mıydı? Benim ismimi nereden biliyordu.
-“Evet kaptanım.”
-“Buralar Karadeniz’e benzemez, sularımız sıcaktır, sen bir de İstanbul’dan gelmişsindir kesin.”
Kaptan öyle seri sorular soruyordu ki şaşkınlaşmıştım. Ağzımdan anlamsız sesler çıkıyordu.
-“Bocurgat gibi ne gırgırlanıyorsun yeğen?