Görememişlerdi, çünkü bilmiyorlardı. Aynen kendisi de kanserin ne olduğunu bilmediği için görememişti.
Ben de bu savaşa girerken, gemilerimi yakmalıyım diye düşündü. Saatine baktı, 6’ya geliyordu, İK’da bu saate kimse kalmazdı. Ücretsiz izin dilekçesini yazmaya başladı. Yönetim kurulu şok olacaktı, kariyer planı da şok olacaktı, ama bu durum kariyer planından daha değerliydi. İK’ya Marc Jacops antetli dilekçe yazarsa çok dikkat çekerdi diye düşündü, telefon kapları bile Marc Jacops’dı, bir de Michael Kors hastalıkları vardı ki akla zarar. Yani ben de marka severim, ama bu kadar hastalıkla bağlı olmam mümkün değil diye düşündü. Bu futbol takımı fanatizmi gibi bir şeydi. Gün boyunca kargo şirketlerinin elemanları, arıların oğula polen getirdikleri yoğunlukta online alışveriş sitelerinden kutular getiriyorlardı. Bazı kargo firmaları bizim plazaya ofis açmayı bile düşünüyorlardı. Bir dönem de strawberry’den yüzlerce kutu geliyordu ki neyse gümrük nedeniyle sekteye uğramıştı.
Kendisi baby-boomer gibi davranırken, hemen akabindeki jenerasyon çok değişik davranıyordu; günü yaşıyorlardı, aile kurmak gibi pek dertleri de yoktu. Bunun sonu nereye varır diye düşünüyordu, acaba Can’ı neler bekliyordu. Pragmatik bir shift olmuştu, internet ve modern çağ hepimizi inanılmaz şekilde değiştirmişti, yeni neslin yanında kendini dinozor gibi hissediyordu. Onca hırsına rağmen, yine de aile hayatında kendimi mutlu, huzurlu ve güvende hissediyordu.
Berk Yeniden
-“Yavuz!” diye telefona bağırdım.
-“Ne oldu abi?” diye titreyen sesle Yavuz miyavladı.
Büyük bir çelişki yaşıyordum, Berna Hanım’ın hastalığını Yavuz’a söylemeli miydim, yoksa bana güvendiği için kimseye konuyu açmamalı mıydım? Ünlü düşünür Romanson’un sözü neydi: “iki kişinin bildiği sır değildir”
-“ Yandın olm sen. Bütün gün iş yaparmışsın gibi oyun oynadığını tespit etmiş; eğer ben itiraf edersem senin gibi yanmayacakmışım.” Yavuz’a düşündüğünü vermem gerekiyordu, öbür türlü Berna Hanımın kanser olduğunu söylemem gerekiyordu.
-“Ne olacakmış, atacak mı beni işten?” derken Yavuz’un renginin kirece döndüğünü hissedebiliyordum.
-“Son bir şansın kalmış dedi komutan, sonrası kötüymüş.”
-“Tamam abi. Bak bunların hep senin yüzünden oluyor müdür, senin yüzünden hep başımız belaya giriyor. Kaç kez dedim sana online Call of Duty oynamayalım diye.”
-“Valla kardeşim, bence de sence, artık altılı ganyana falan geçelim bu vesileyle.”
Yavuz’da söz bitmişti, “hasta manyak” diyerek telefonu suratıma kapattı.
Berna Hanım için üzülüyordum, zor ve sıkıntılı günler onu bekliyordu. Ama en zoru ilk haftalardı, neyi nasıl yapacağını bilemediğin dönemlerdi. Kader bizi ast üst ilişkisinde eşitlemişti, hatta beni daha kıdemlendirmişti.
Deminki konuşmada sanki bana “mama tosunu” demişti, acaba neyi kastediyordu, muhtemelen kafası çok karışıktı. Ben okulu bitirmiş, sınavları geçmiştim, ama onunkisi yeni başlıyordu.
Onkoloğun karşına ailecek dizilmiştik; PET/CT sonucunun ne olduğunu bilsem de heyecanın zirve yaptığı anlardı; her an bir sürpriz çıkabilirdi. Onkolog, bana ait görüntülerin olduğu kalın ve eni 60-70 cm olan zarfın içinden raporu ve filmleri çıkartmaya başladığında kalbim deli gibi çarpmaktaydı.